HAMDANİ
DEVLETİ
( الدولة بني حمدانيين)
Hamdanilerin Kökeni
İslam öncesi dönemlerden itibaren Arapların tarihte var
olduklarına dair kuvvetli kanıtlar vardır; Musevilerin kutsal kitabı Tevrat’ta
Arapların Nuh nebinin Sam, Ham ve Yefes adlı üç oğlundan Sam’in ismine ithafen
Araplara ve akrabalarına Samiler adı verilmiştir. İlk olarak Arapların Yemen’de
Ma’rib (Araplaştırılan) denilen bölgeden yayılmışlar bu arada Arap yarımdasının
kuzey taraflarına göç eden Araplara Kuzey Arapları, Yemen ve çevresindeki
Araplar Güney Arapları olarak kabul edilir[1].
Bu göçlerle
Araplar; Filistin, Suriye ve Yunanlıların Mezopotamya, Arapların El Cezire
dedikleri bölgeye Milattan Önceki dönemlerde geldikleri anlaşılıyor. Arapların
atalarının ilk defa MÖ 2275 yılında Kral Sargon döneminde dünyanın ilk merkezi
imparatorluğunu kurdukları, daha sonra Babil krallıkları ile Asur
imparatorluğunu kurdukları kabul edilir. Bu arada Araplarla İbrani, Arami,
Süryan, Habeş ve Fenike dillerini konuşanlar Sami milletlerini oluşturmaktadır[2].
İleride sık sık Araplar kendi arasındaki çatışmaların ilk Arap kabilelerinin
oluşumuyla kendilerini diğerine karşı üstünlük taslamalarından erken dönemlerde
başladığını kabul edebilir.
Yemen çevresindeki Arapların atası Nuh nebinin
torunlarından Kahtan iken Hicaz bölgesi Arapların atası İbrahim nebinin oğlu
İsmail nebinin torunu Adnan’a dayandığından bunlara Adnaniler denilirdi. Ana
araştırmamız olan birlikte Hamdânî
Hanedanı da Adnan’ın soyundan gelen Nizarîler de denilmektedir. Hicaz bölgesi
çevresinden El Cezire bölgesine gelen Araplar kuzey Araplarını oluşturmaktadır.
Orta Doğu tarihinde Abbasilerin zayıflamasıyla
birlikte Hamdânî Hanedanı, önde gelen
Arap kabilesi Rebîa’nın Tağlib koluna mensuptur[3].
Hanedanın kurucusu Hamdan’ın ataları,
İslâmiyet’ten önce Hristiyan olan Tağlib kabilesi Necid ile Hicaz
bölgesi çevresinde bir yer olan Tahum Tahuma’dan kuzeye gelerek, kendi adlarını
verdikleri El Cezire’nin Diyârırebîa (Musul, Nusaybin, Sincar, Dara ve Cizre
çevresi) bölgesine yerleşmişlerdi. Nisar’ın
dört oğlundan birinin adı Rebîa olduğundan dolayı el Cezire’nin bu kısmı onun
soyundan gelenlerin bölgesi anlamında Diyârırebîa denilir.[4]
El Cezirenin diğer kısımları Diyârımudar ve Diyârıbekir’dir[5].
Harita 1 : El Cezire bölgesinin üç
bölümü
Kuzey taraflarına gelen bu Araplar, iklimin uygun
olması ve mera alanlarının uygunluğundan dolayı haberleşmeyi kesmedikleri Bahreyn
ve Fars gibi başka bölgelere giden akrabalarını bu bölgelere çağırmışlar;
böylece nüfusları ve kuvvetleri de artmıştı.
Tağlib kelimesi de bu kabilenin güçlü olmasından rakip
kabilelere sağladığı üstünlükten dolayı tağlip (galip gelmek) diye
isimlendirilmişti. El Cizire bölgesine göç ettikten sonra Hristiyan olan Tağlibi kabilesi Dört Halife
devrinin 640’lı yıllarından sonra müslüman olmuşlardı. O dönemde Nu’man bin
Zer’a diye biri Halife Ömer(634-644)’e Tağlib kabilesinin çok güçlü olduğunu
onların düşmanlığının iyi olmayacağı uyarısında bulunduktan sonra Tağlib
kabilesi de kendilerini küçültcü olmasından dolayı kendilerinden cizye yerine müslümanların
ödediği zekatın iki katı kadar ödeme yepacakları konusunda anlaşıldı; bu
kabilenin güçlü ve kalabalık olmasından dolayı merkezi yönetim bunlarla arasını
iyi tutmaya çalışmıştı. Halife Ömer devrinde onların reisi Hanzala bin Kays bin
Harir; bunun ailesinin soyu da Melik bin Bekr bin Habib bin Ömer bin Ganem bin
Tağlib’dir[7].
Emevi hükümdarı
II. Mervan devrinde Tağlib kabilesinden
Hişâm b. Amr b. Bistâm et-Tağlibî Musul ve el Cezire bölgesinin
valiliğini yapmıştı. 768’de Hişâm b. Amr et Tağlibi Abbasiler devrinde de Sind,
Azerbaycan ve Musul valiliğine getirilmişti (768). Hıdır b. Ahmed et-Tağlibî halife
Mu‘temid-Alellah tarafından Musul valiliğine getirilmişti.[8]
Hamdaniler bu bölgede varlık gösterirken atalarının daha önce önemli makamlara
getirildiklerini belli olmaktadır.
İbn Haldûn’a göre, Arap-İslam tarihinde üç büyük
aileden en önemlilerinden biri de Hamdan bin Hamdun ailesinin kabilesidir. İbn
Haldun’a göre diğer önemli aileler Ömer bin Hattab ve Harun el Mağmar ailesidir[9].
Nu’man, uyarısında haklı çıkmış olacak ki zaman içinde emirlik oluşturup Bizans
İmparatorluğunun oluşturduğu erken Haçlı seferleri saldırılarında tampon devlet rolü üstlenmişlerdi.
Hamdanilerin hanedan kurucusu Hamdan’ın soyağacı
şöyledir;
Hamdan bin Hamdun İbn’ül Haris bin Lokman bin Raşid İbn’ül Müsenna bin Rafi’
İbn’ül Haris bin Gutayf bin Mecriye bin Cariye bin Malik bin ‘Ubeyd bin ‘Adiy
bin Usame bin Malik bin Bekr bin Hudeyb bin Amr bin Ğanm bin Tağlib bin Vail
bin Hinneb bin İf’a bin Dûmî(Da’ma) bin Cedîle bin Esed bin Rebia’ bin Nizar
bin Ma’add bin ‘Adnan’dır.[10]
Hamdaniler, tarih sahnesinde yer almalarıyla birlikte
yaklaşık bir asırlık varlıklarında, önceleri Abbasilere isyan halinde olan
Harici ve Karmati isyanlarının bastırılmasında etkili olmuşlardı. Bağdat’
yönelik Türk komutanların baskısı, Deylem kabileleri bu ara Büveyhilerle, Mısır
İşidi Devleti ve Fatımileri ile savaşlar askeri mücadeleleri arasında
gösterilebilir. Bizans imparatorluğu ile mücadeleleri X. yüzyıla damgasını
vuracak en büyük askeri mücadele olarak gösterilebilir.
Abbasi devletinin otoritesinin zayıflamasıyla bazen
bağımsız bazen yarı bağımsız olarak varlıklarını devam ettirmişlerdi.
Hamdan
bin Hamdun dönemi (868-918)
Hamdan
bin Hamdun ilk faaliyetleri
Hamdan bin Hamdun’un ilk
faaliyetlerini belirtmeden önce Abbasilerin genel anlamda durumları hakkında
bilgi vermek gerekmektedir. Abbasilerin başkenti Bağdat şehrinin merkezi
idaresi zayıflamış, Türk komutanların iktidarı bir o kadar artmış, Bağdat’a bağlı
yerel hanedanları bağımszılıklarını ilan etseler de Bağdat’a vassal
devletlerden muazzam bir vergi kaynağı olarak paralar giriyordu[11]. Zamanla Arap
imparatorluğu askerlerine para ödemede sıkıntı yaşamaya başlayınca komutan ve
valilerine görevli oldukları bölgelerde vergileri toplama görevi vermişlerdi.
Halk tarafından Merdin diye söylenen Mardin 750’li
yıllarından itibaren yukarıda sözünü ettiğim Kuzey Araplarından Rebia
kabilesinin elinde idi.[12]
Hanedan’ın kurucusu Hamdan bin Hamdun adını ilk defa kendi kabilesi
Tağlib’in Adiyyoğullarına mensup Hasan bin Eyyub ile Sufriyye haricilerinden harici lider Müsavir b. Abdulhamid
üzerine yürüyüp Musul’u ele geçirmek için 868 yılında yaptığı bir başarısız girişimde
duyurdu[13].
Bu dönemlerde Abbasileri
en çok uğraştıran olayların başında Arabistan yarımadasında Karmatilerin
gittikçe güç kazanmaları ve Haricile[14]rin hemen bütün ülkeye
yayılan isyanlarıyla daha önceleri Afrika’dan getirilen Zencilerin yaptıkları
isyanlardı. 880 yılında Musul valisi Asatekin, Hamdan bin Hamdun
ve yanındaki bazı komutanları davet etmiş ancak Musul halkı onları içeri
almamıştı. Hamdan
bin Hamdun, bir süre sonra Mardin
Kalesi’ne hakim olarak gücünü pekiştirmiş bu arada Haricilerle gücünü devam
ettirmek için mücadele etmekteydi (885). C. Brockelmann’ın kesinlikle Arap diye
nitelendirdiği Tağlib kabilesi Emiri Hamdan, Mardin kalesini ele geçirerek
hanedanın temelini atma denemesi yaptı[15].
Mardin kalesi, Amid ile Nusaybin arasında sarp, yüksek ve korunaklıdır. [16]
Mardin kalesinin yerleşimlerinin bölge dışına taşması Hamdan bin Hamdun’un
faaliyetlerinin başlangıç noktasını oluşturacaktır. Abbasi halifesinin Hamdan
bin Hamdun üzerine yürümesi nedeniyle Hamdan Mardin kalesini oğlu Huseyn’e terk
ederek Haricilerin desteğini almıştı.
Hamdan bin Hamdun’un tutuklanması ve
oğlu tarafından kurtarılması
Aslında burada Hamdan
bin Hamdun, değişken bir politika izlemiş Hariciler ve Karmatilerle kah ittifak kurmuş kah onlara
karşı mücadele etmişti. Hamdan bin
Hamdun’un uzak akrabaları olan Şeybanilerin Musul yakınlarında olan ez
Zaneyn’e saldırmaları üzerine Haricilerden Harun eş Şari, Hamdan bin
Hamdun et Tağlibi’yi yardım için çağırır.
Hamdan bin Hamdun, 885 yılında
Musul’a girerek egemenlik kurmaya başlaması üzerine Abbasi halifesi Mutezıd
Billah (892-902), Hamdan bin Hamdun’ı yanına çağırdığı halde Hamdan bin Hamdun, huzura gitmedi[17]. Abbasiler, Hamdan bin Hamdun’ı yakalamak için bir
kuvvet göndermiş önce Hamdan onları 892’de yenilgiye uğratmış ancak daha sonra yakalanarak
hapse atılmıştı(896). Hamdan bin Hamdun’un cezalandırılmak istenmesinin nedeni Harun eş Şari ile
birlikte hareket etmiş olmasıdır[18].
Resim 1:
Mardin Kalesinden bir görünüş
Hamdan bin Hamdun’un
oğlu Hüseyn bin Hamdan’a Halife Mutezıd, Harici asi
Harun eş Şari’yi yakalama görevi verir. Bunun üzerine Hüseyn, Mutezıd’den üç şart karşılığında bu asiyi
yakalayacağını söyler. Birincisi, babasının serbest bırakılması, ikincisi emrine süvari birliklerinin
verilmesi, üçüncüsü
Tağlib kabilesine yönetim görevi verilmesi, halifenin de bunu kabul
etmesi karşılığında eş Şari’yi teslim
edeceğini söyler. Mu’tezid bunu kabul edince
Hüseyn bin Hamdan, Türk askerlerini çoğunluk olduğu süvari birliğiyle Harun’u
yakalamış ve Bağdat’ta halifeye teslim edince Hüseyn babasını serbest
bıraktırmış oldu (896) ve hem kendisine hem de kardeşlerine hilatler giydirilip
onları önemli makamlara tayin etmeye başlanacaktı. Aynı yıl, Hüseyn’in
Karmatilerle ve günümüz Zağros dağları çevresinde yer alan Cibal bölgesinde
Bekir bin Abdulaziz bin Ebu Dülef’le mücadele etmişti[20].
Hüseyn
bin Hamdan bin Hamdun dönemi (905-918)
Karmati İsyanı ve Tolunoğullarının yıkılmasında Hamdanilerin
rolü
Abbasilerin Sahib’ül
Divan’ül Ceyş Muhammed bin Süleyman Mısır seferine katılarak Tolunoğulları devletine son verdikleri 905
yılında orduda Hüseyn bin Hamdan da vardı. Kendisine Mısır askeri valiliği
teklif edilse de kendisi ata yurdunu terk etmek istemedi için bunu kabul etmedi[21].
Ertesi yıl El Muktefi Billah,
Hüseyn bin Hamdan, komutanlığında
bir kuvveti Karmatilerin Dımaşk (Şam) taraflarında isyanını bastırması için
görevlendirmişti. Karmatileri sıkıştıran Hüseyn’e Bağdat’tan yardıma gelen Muhammed
bin İshak bin Kündacık, Karmati lider Zikreveyh’in
yenilgiye uğratmışlardı. Bu başarıda Hüseyn bin Hamdan’ın kuvvetlerinin rolü
çok büyüktü. Hamdanilerin tarih
sahnesinde var olmalarının nedenlerinden biri de Karmatlar ile yaptıkları mücadelelerdir[22]. 908’de Suriye’de yine
Karmatilerin üzerine sefere çıktı. Hüseyn bin Hamdan’ın daha önce 896 yılında
Karmatilerle mücadelesine 927 yılında da devam edecekti. Hamdanilerin Türk,
Acem gibi farklı milletlerden askerleri olsa da askerlerinin büyük kısmını
kendi kabilelerinin de Araplardan oluşturmaları kendilerine sadakatle
bağlanmalarını beraberlerinde getirmiştir.
Karmatilik, X. yüzyılın başlangıcından itibaren İsneaşar Şiiliğin (Oniki
İmam) altıncı imamı Ca’fer es Sadık’ın vefatından sonra imametin Musa el
Kazım’a değil Ca’fer es Sadık’tan önce vefat eden İsmail’in hakkı olduğu
iddiasında bulunan bir hareket olup, Suriye, Filistin, El Cezire bölgelerine
vaizlerini göndererek inançlarını yaymak istemişlerdi. Suriye’nin Hıms şehrinde
bir vaizin “İnananların temsilcisi halife doğru yolu göster, Allah’ın
yeryüzünde adalet ve eşitliği sağla” söylemleriyle Karmatilerin kadınlara diğer
mezheplere göre daha fazla değer vermeleri nedeniyle sosyalist oldukları
söylenmektedir.[23]
Müktefi Billah dönemi başlıyor
Bu sıralarda Mutezıd’in yerine Müktefi Billah (902-908) başa geçmişti. Müktefi Billah, “Karmati”
denilen bir Harici ile mücadelede Hüseyn
bin Hamdan’ı görevlendirmiş onun başarıları üzerine diğer hanedan üyelerine de özellikle
kardeşi Ebu’l Heyca’ Abdullah’a devlet kademelerinde görev verilmeye
başlanmıştı(903)[24].
Ebu’l Heyca’ Abdullah’a Musul valiliği (905), diğer kardeşi İbrahim’e Diyarebia
valiliği (920), diğer kardeşi Davud yine
Diyarebia valiliği, diğer kardeşi Sa’id’e Nihavend valiliği (926) gibi üst
derecede makamlar verilmişti. Bu Hamdanilerin devlet yönetiminde tecrübe sahibi
olmalarına ve güçlenmelerine neden olacaktır.
el
Muktedir Billah’ın görevden alınma girişimi ve Hüseyn bin Hamdan’ın Kum
valiliği
el Abbas b. El Hasan
başta olmak üzere el Hüseyin b. Hamdan halife Muktedir Billah’ın yerine el
Murtaza Billah’ı halife ilan etmeye kalkıştılarsa da başarısız olunca Hüseyin b. Hamdan hayatından endişe
ederek Bağdat’ı terk edip Musul’a geri dönmek zorunda kaldı.
Muktedir
Billah, kendine darbe yapma
girişimi içnde yer alan Hüseyn bin Hamdan’ı yakalamaya girişimleri
sonuç vermeyince, o sıralarda Musul Valisi olarak görev yapan Hüseyn bin
Hamdan’ın kardeşi Ebu’l Heyca’ bin Hamdan’ı kardeşini Musul valiliği
karşılığında tutuklama görevi verdi. Ebu’l
Heyca’ bin Hamdan ve diğer Abbasi komutan Kamil bin Sima birleşerek Tikrit
yakınlarında Hüseyn bin Hamdan’la yaptıkları savaşı kazanmışlardı. Hüseyn bin
Hamdan, kardeşi İbrahim bin Hamdan aracılığı ile halifeyle arayı düzeltmiş ve
kendisine Cibal bölgesinde yer alan Kum ve Kâşân valiliği verilmişti (908)[25]. Hüseyn bin Hamdan’ın Kum
kenti yöneticiliği döneminde el Lays b. Ali diye Fars bölgesini istila etmeye
çalışırken Hüseyn ona karşı mücadele ederek bölgesini savunmuştu(909).
Hüseyin
b. Hamdan’ın Abbasi otoritesine baş kaldırışı ve öldürülmesi
915-916 yıllarında el
Hüseyin b. Hamdan, el Cezire bölgesinde Abbasilere göndermesi gereken vergileri
göndermemesi üzerine İbn Raik
komutasında kuvvetler gönderilse de Hüseyn bin Hamdan onları yenilgiye
uğratmıştı. Bu sıralarda Abbasi vezir Ali bin İsa ile arası da açılmıştı, emiriümerası Mûnis el-Muzaffer, İbn
Raik’e yardıma gelmiş Hüseyn bin Hamdan,
el Cezire bölgesinin Diyârırebîa kısmına
çekilmiş kuvvetleri ise Musul’da bulunuyordu. Hüseyn bin Hamdan ve onun oğlu Zeydan
Kahramana b. Hüseyn’i yakalayarak Bağdat’a göndermiş onların mallarına da
el koymuştu[26].
Muktedir Billah, Hamdani ailesinin üyelerinin bu arada Hüseyn’in kardeşi Ebu’l Heyca’ bin Hamdan’ın da yer aldığı bütün kardeşlerinin tutuklanmasını istemişti.
Hüseyn bin Hamdan’ın
diğer bir oğlu Amid (Diyarbakır) tarafında yapmış olduğu harekatta Amid valisi
tarafından öldürtülmüştü. Daha sonra Hüseyn
bin Hamdan ise serbest bırakılmayarak muhtemelen vezirle halifeye karşı onu
olası azil ihtimali nedeniyle öldürüldü[27] (918).
Abbasilerde Hallac diye
bilinen Hallac-ı Mansur Massignon’a göre Bağdat’a gelerek yerleşmiş ve kendine
çevre edinmiş; Hüseyn bin Hamdan da
siyasi çevresi için onunla dostluk kurmuş,[28] Hüseyn’in babası Hamdan
bin Hamdun’a ithafen Hallac’ın bir kitap yazdığı bilgileri bile vardır.[29] Fakat Hallac, kendini Allah’la bir olduğu iddiası nedeniyle yakalanmış önce halife
emriyle bin kırbaç cezası verildikten mezhep alimlerini fetvası alındıktan
sonra sonra 921 yılında vahşice öldürülmüştü[30]. Hüseyn
bin Hamdan, vefatına kadar olan Hamdani faaliyetleri genellikle kendi
yönetiminde gerçekleştirilmişti.
Bu olaylar devam ederken
Bizans kuvvetleri ani baskınlar tertip ederek el Cezeriye bölgesinde katliamlar
yapmış ve ganimetler elde etmeleri Hamdani emirlerinin çok büyük bir iş
yaptıklarını ve Abbasilerle Bizans arasında bir tampon devlet olduklarını
göstermektedir.
[1]
Neşet Çağatay, “ İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı”, Mars T. ve S.A.Ş.
Matbaası, Ankara:1957,s,1-7
[2]
Neşet Çağatay,A.g.e.
[3] Hakkı
Dursun Yıldız, “Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi”,Çağ
Yayınları,İstanbul:1989,7: 77
[4]Hakkı
Dursun Yıldız,”Hamdaniler”, “Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi”,(İstanbul:
Çağ Yayınları 1989) 7:80
[5]
Müneccimbaşı Ahmet b. Lütfullah, “Cami’ü’d-Düvel”, (Hamdaniler kısmını çev ve
neş Ömer Tellioğlu), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi,1994,s.30
[7]
Halife Ömer devrinde Beni Tağlip kabilesi Müslüman Arapların yönetimine girmeye
başlamış, Halife Ömer Tağlip kabilesinin çozuklarının vaftiz edilmemesini
antlaşma maddesi olarak koydurması zamanla bu kabile arasında Müslümanlığın
yayılmasına neden olacaktır. Tağlip kabilesinden cizye vergisinin alınmak
istenmesi nedeniyle bölgeyi terk edecekleri endişesiyle sadece zekatın iki katı
alınması da karara bağlanmıştı. Bknz: Ahmet bin Yahya el Belazuri, “Fütûhu’l
Büldân”(çev. Mustafa Fayda),Siyer Yayınları,İstanbul:2013, s. 211-213;
Khaled Muhammed el-Faki Ahmed,“ed Devlet’il Hamdaniy ve eserha ala Khalafet el
‘Abbasiyet”,ec Cami’et Khartoum, eliyetü’ddiresetü’l ‘ilya, Khartoum:2008,s.26
[8]
Casim Avcı, “Beni Tağlib” , TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları 2010), 39:374
[9]
Khaled Muhammed el-Faki Ahmed, A.g.e.,s.13
[10]
Yılmaz Öztuna, “Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri”,Öncü
Basımevi,Ankara:2005,1:458; Müneccimbaşı Ahmet b. Lütfullah, A.g.e.,s.34’te
Hamdan bin Hamdun bin el Haris bin Nu’man bin Raşid bin el Müsenna bin Rafi’
bin el Haris bin Atıf bin Mahrebe bin Harise bin Malik bin Ubeyd bin Adiy bin
Usame bin Malik bin Bekr bin Habib bin Amr bin Tağlib et-Tağlibi el Adevi Adiy
bin Rebi’a diye yazılıdır.; Khaled
Muhammed el-Faki Ahmed; A.g.e. s.13
[11] C.
Brockelmann, “İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi” (çev.Neş’et
Çağatay),Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara:1964,s.136
[12]
Nejat Göyünç, “XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı”, Edebiyat Fakültesi Basımevi,
İstanbul: 1969 s.7
[13]
İbnü’l-Esir, A.g.e.,7:159
[14]Hariciler,
Müslüman olmayan fakat cizye vergisi ödeyen gayrimüslimlere dokunmayı haram
sayan; Sıffın Savaşı akabinde meydana gelen Hakem olyından sonra Hz Ali ile
Muaviye taraftarlarını dinsizlikle ve kafirlikle itham ederek onların
çocuklarını yok etmeyi bile görev sayan bir hiziptir.Bakn: Abdulbâkıy Gölpınarlı, “Tarih Boyunca İslam
Mezhepleri ve Şiilik”,Der Yayınları, İstanbul:1987, s.186
[15] C.
Brockelmann, “İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi” (çev.Neş’et
Çağatay),Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara:1964,s.141
[16]
Veysel Gürhan,”XVIII. Yüzyılda Mardin Kalesi ve Üzerine Bazı Tespitler”,
Şarkıyat,7-2, Mart 2016,s:221; Khaled Muhammed el-Faki Ahmed, A.g.e.,s.27-28
[17]
İbnü’l-Esir, A.g.e.,7:391
[19] Arkeolojik Haber, Mardin Kalesi, 09/05/2020 s. 2012, “https://www.arkeolojikhaber.com/haber-mardin-kalesi-kadinlar-icin-ziyarete-acildi-2684/”
[20] İbnü’l-Esir,
A.g.e.,7:397; Hakkı Dursun Yıldız, A.g.e.7: 77; Khaled Muhammed el-Faki
Ahmed, A.g.e.,s.28
[23]
Bernard Lewis, “Tarihte Araplar”(çev.Hakkı Dursun Yıldız),Ağaç Kitabevi
Yayınları, İstanbul:2009,s.147
[24]
İbnü’l-Esir, A.g.e.,7:453; Khaled Muhammed el-Faki Ahmed, A.g.e.,s.30
[26]
İbnü’l-Esir, A.g.e.,s.8: 81-82
[28] M.
Louis Massignon, “İslam’ın Mistik Şehdi Hallâc-ı Mansûr’un Çilesi”,I,(çev.
İsmet Birkan), Ardıç Yayınları,Ankara:2006,s. 524
[29]
Yılmaz Öztuna, “Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri”,Öncü
Basımevi,Ankara:2005,I:258
[30]
Gregory Abu’l Farac,”Abu’l Farac Tarihi”(çev. Ömer Rıza Doğrul),TTK Basımevi,
Ankara:1945,1:250; C. Brockelmann, “İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi”
(çev.Neş’et Çağatay),Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara:1964,s.139
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder