11 Ekim 2020 Pazar

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

1. ATATÜRK DÖNEMİ’NDE UYGULANAN DIŞ POLİTİKANIN TEMEL İLKELERİ



Millî Dış Politika

·         Dış Politika: Bir devletin millî çıkarlarına göre şekillendirdiği hedeflere varması için çevresinde ve dünyadaki devletlerle oluşturduğu diplomatik, ekonomik, siyasal ve hukuksal ilişkileri kapsayan siyasettir.

·         Atatük’e göre, millî dış siyasetin dayandığı ilkeler şunlardır:

1.       Dış politika, millî politikaya uygun olmalıdır.

2.       Millî politikada bağımsızlıktan asla ödün verilmemelidir.

3.       Misakımillî Kararları’na uygun olmalıdır.

4.       Türk kamuoyunu dikkate almalıdır.

5.       “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine dayanmalıdır.

6.        Uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesi benimsenmelidir.

7.       Başka devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemelidir.

8.       Diplomaside, bilim ve teknoloji yol gösterici olmalıdır.

9.       Dış politika, gerçekçilik ve aklı ön planda tutan ilkelere göre düzenlenmelidir.

10.    Dış politikada, her zaman dünya konjonktürü göz önünde bulundurmalıdır.

 


Atatürk döneminde Türk Dış Politikası’nın temel ilkeleri

– Türk milletinin bağımsızlığına ve sınırlarına saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, diğer devlet­lerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerine ka­rışılmasına fırsat vermemek,

– Milli sınırlar içinde kalmak ve gerçekleştirilemeye­cek emeller peşinde koşmamak,

– Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girme­mek,

– Devletlerarası sorunları hukuka dayalı olarak ba­rışçı yollardan çözümlemek,

– Milli sınırlar içinde her şeyden önce kendi gücüne dayanarak varlığını devam ettirmek,

– Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı ve kamuoyunu dikkate almak,

– Dış politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak ve dünyadaki gelişme­leri göz önünde tutmak.

Cumhuriyet Dönemi Türk dış politikası iki bölüm­de incelenir;

1. 1923 - 1930 Dönemi: Lozan’dan kalan sorunların çözümlenmesi

2. 1930 - 1939 Dönemi: II. Dünya Savaşı’nın başla­ma tehlikesine karşı önlemler alınması

Atatürk, Türk dış politikasını iki temel unsur üzerine oturtmuştur. Bunlar: Türkiye’nin siyasî bağımsızlığın­dan taviz vermemek ve devletlerarası anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemektir.

Atatürk, takip edilen dış politikada ısrarla, diğer dev­letlerin Türkiye’nin milli bağımsızlığına ve toprak bü­tünlüğüne saygı duymasını istemiş ve sadece devlet­lerin eşitliği ilkesine saygılı olup, içişlerimize karışma­yan devletlerle dostluk ilişkileri içerisinde yaşamak­tan yana olmuştur.


1. NÜFUS MÜBADELESİ (DEĞİŞ- TO­KUŞ)

– Lozan’da Anadolu’da (İstanbul dışında) kalan Rumlarla, Yunanistan’da (Batı Trakya dışında) kalan Türklerin karşılıklı olarak yer değiştirme­si (mübadele) kararlaştırılmıştı. Ayrıca Lozan’da İstanbul’da 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nden önce yerleşmiş olan Rumların etabli (yerleşik) sayılması ve mübadele dışında tu­tulmasına karar verilmişti.

– 1924’te Yunanlıların, İstanbul’da Mondros Mütarekesi’nden sonra bulunan Rumların etabli sayılmasını ve mübadele dışında tutulması tekli­fini Türkiye kabul etmedi.

yorum: Yunanlılar bu tutumlarıyla İstanbul’da daha çok Rum nüfus bırakmayı amaçlamıştır.

– Nüfus mübadelesi sorunu, Lahey Adalet Divanı’na götürüldü. Ancak çözüme kavuşturulamadı. Anlaşmazlık iki devletin siyasi ilişkilerinde de ger­ginliğe neden oldu. Yunanlılar Batı Trakya’daki Türklerin mal varlıklarına el koydu. Buna karşılık olarak Türkiye de İstanbul’da bulunan Rumların mal varlığına el koyunca gerginlik tırmandı.

– Nüfus mübadelesi sorunu, Yunan Başbakanı Venizelos’un Türkiye ziyareti ve iki tarafın Lozan’ı esas alarak anlaşmaya varmasıyla çözümlen­di. Yunanlılar Mondros Mütarekesi öncesinde İstanbul’da yerleşmiş olan Rumların etabli sayıl­masını kabul etti.

– Nüfus mübadelesi sorunun çözülmesi, iki devlet arasında iyi ilişkilerin kurulmasına neden olmuş, 1934’te Balkan Antantı’nın oluşturulmasını kolay­laştırmıştır.

– 1930’da yapılan mübadele ile 1,5 milyon Rum Yunanistan’a giderken 500 bine yakın Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelmiştir.



 

2. YABANCI OKULLAR SORUNU

– Lozan’da Türkiye’deki yabancı okulların Türk Hükümeti’nin alacağı kararlara bağlı olması karar­laştırılmıştı. Bu okulların tüzük ve yönetmeliklerini Türk Hükümeti belirleyecekti.

– 1926’da çıkarılan Maarif Teşkilatı Kanunu’na göre, yabancı okullarda Türkçe, tarih, coğrafya, sosyo­loji dersleri Türk öğretmenlerce ve Türkçe okutu­lacaktı. Ayrıca kanuna göre bu okulların müfredatı Türk Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenecek, bu okullar Türk Hükümeti’nce denetlenecekti.

yorum: Bu düzenleme ülke içindeki uygulamalarda birlik sağlanması ve eğitim kurumlarının ulusallaştırıl­ması açısından milliyetçilik ilkesi ile ilgilidir.

– Maarif Teşkilatı Kanunu’nda, yabancı okullarda, öğretmenlerin dini kıyafetlerle derse girmesi, dini ayin salonlarının bulunması yasaklanmıştır.

yorum: Bu düzenleme dinin eğitim kurumları üzerin­de belirleyici olmasını engellemesi açısından laiklik il­kesi ile ilgilidir.

– Bu karara bağlı kalmayan bazı yabancı okullar ka­patıldı. Türkiye’de en çok yabancı okulu bulunan Fransa başta olmak üzere bazı devletler elçilikleri aracılığıyla sorunu görüşme teklifinde bulunmuş­larsa da, Türk Hükümeti bu durumu içişlerine mü­dahale olarak yorumladı ve bu teklifleri geri çevir­di.

yorum: Türk devletinin bu tutumu bağımsız devlet anlayışı doğrultusunda geliştirdiği söylenebilir.



 

3. MUSUL SORUNU

Misakımilli sınırları içinde yer alan Musul’un durumu Lozan Barış Antlaşması’nda bir karara bağlanama­mıştı. Bu konu, aynı antlaşmayla, Türkiye ile İngiltere arasında dokuz ay içerisinde yapılacak görüşmelere bırakılmıştı. Yine bu antlaşma gereği, eğer mesele bu görüşmelerde de halledilemezse Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler) havale edilecekti.

Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul’un durumuyla il­gili görüşmeler, 19 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen görüşmelerden dokuz ay içerisin­de herhangi bir sonuç alınamadı ve Musul Meselesi Milletler Cemiyeti’ne sevk edildi.

Bu dönemde Türkiye henüz Milletler Cemiyeti’nin üyesi bile değildi. Konu 20 Eylül 1924 tarihinden iti­baren Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlan­dı. Bu görüşmeler sırasında Türkiye, Musul ile ilgili eski görüşü olan, “Musul’da bir halkoylaması yapıl­ması ve Musul’un geleceğiyle ilgili kararı kendi halkı­nın vermesi” hususunda ısrar etti. Bu sırada Milletler Cemiyeti içinde oldukça güçlü bir konumda bulunan İngiltere, bölgede yaşayan halkın cahil olduğunu, do­layısıyla sınır işlerinden anlamadığını ileri sürerek, Türkiye’nin görüşünü kabul etmedi.

Musul zengin petrol yataklarına sahip olması sebe­biyle İngiltere için önemli görülen bölgelerden birisiy­di. Dolayısıyla Musul’u kaybetmemek isteği Ortadoğu politikasının bir gereğiydi.

Musul konusunun Milletler Cemiyeti’nde kesin ola­rak çözüme kavuşturulacak olması, cemiyetin deği­şik açılardan çalışmasını gerekli kıldı. Bu çerçevede, Musul meselesi hakkında araştırma yaparak, bir ra­por hazırlaması için komisyon kurdu. İngiltere’nin et­kisinde kalan bu komisyon, hazırladığı ve Musul’un Irak’a bırakılmasını öngeren raporunu, Eylül 1925 Milletler Cemiyetine sundu. Bu tarihte Türkiye’nin bir oy hakkı bile bulunmayan Milletler Cemiyeti de, ko­misyon raporuna uyarak, 16 Aralık 1925 tarihinde yaptığı toplantıda Musul’u Irak’a bıraktı.

Türkiye’de büyük tepkiyle karşılanan Milletler Cemiyeti’nin bu kararı, İngiltere ile ilişkileri gergin­leştirdiği ve savaş havasına soktu. Ancak, gergin­leşen ilişkiler ve yaşanan savaş atmosferine bağ­lı olarak, Türkiye’nin hazırlıklara başladığı sırada, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkması ve içerde değişik alan­larda inkılâpların gerçekleştiriliyor olması sebebiyle, Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin bu kararını kabul et­mek zorunda kaldı.

Bölgenin geleceğiyle ilgili olarak Türkiye, İngiltere ve Irak arasında yapılan görüşmeler sonunda, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşma imzalandı. Bu ant­laşma ile; Musul Irak’a bırakılırken, bölgeden elde edilen petrol gelirlerinin % 10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılmıştır.

Musul ve çevresi


4. DIŞ BORÇLAR

– Lozan’da Osmanlı borçları görüşülürken, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının ardından Türkiye, kendi sınırları dışında 16 bağımsız devlet bulun­duğunu, borçların ilgili devletlere dağıtılması tezini savunmuş ve bu teklifi kabul ettirmişti.

1925’te toplanan Paris Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin 1912 yılından önceki borçlarının % 62’sini, 1912’den sonraki borçlarının % 77’sini Türkiye Cumhuriyeti üstlendi.

– 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı yüzünden Türkiye borç taksitlerini ödemeyince Fransa’yla başlayan görüşmelerde borçlar yeniden taksitlen­dirildi. Borçların % 53’ü Fransızlardan alınmıştır. Bu yüzden dış borç sorunu Fransa’yla görüşül­müştür.


5. TÜRKİYE’NİN MİLLETLER CEMİYETİ­NE GİRİŞİ

Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler), I. Dünya Savaşı sonunda galip devletler tarafından, dünya ba­rışının korunması ve uluslararası işbirliğinin arttırıl­ması amacıyla kurulmuştur. Cemiyet, başlangıçta bir müddet İngiltere’nin kontrolünde faaliyet göstermiştir. Bundan dolayı, Türkiye, İngiltere ile olan problemleri yüzünden Milletler Cemiyeti’ne pek sıcak bakmamış­tır. Türkiye, takip ettiği “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin bir gereği olarak, 1928’den itibaren dünya­daki silahsızlanma faaliyetlerine katılmış ve 1929’da da Briand - Kellog Paktını imzalayarak, uluslararası ilişkilerde savaşı reddettiğini açıkça ortaya koymuştu. Bu durum, Türk dış politikasına yeni bir boyut kazan­dırmış ve 1930’lardan itibaren Milletler Cemiyeti ile il­gilenmesine sebep olmuştu.

Türkiye, Nisan 1932’de yapılan Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda, Milletler Cemiyeti ile işbirliğine hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine, İspanya ve Yunanistan temsilcileri Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul edilmesi yönünde bir teklif verdiler. Bu teklifin, 6 Temmuz 1932 tarihinde Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilmesi ve bu kararın, 18 Temmuz 1932 günü de TBMM de onaylanması sonucu, Türkiye resmen Milletler Cemiyeti’ne girdi.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girişi, takip ettiği ba­rışçı dış politikanın tabiî bir sonucudur. Bu olay, aynı zamanda dış politikasında da yeni dönemin başlan­gıcı olmuştur. Bu yeni dönemde de Türkiye, cemiyet içindeki aktif ve başarılı çalışmaları sonucu 1934 yı­lında konsey üyeliğine seçilmiştir.

Musul Sorunu ve İngiltere’nin Milletler Cemiyeti üzerindeki etkin nüfusu nedeniyle Türkiye bu ku­ruluşa uzun bir zaman üye olmayı düşünmemiş­ti. Musul Sorunu’nun çözülmesi ve uluslararası iş­birliğinin öneminin daha çok artması gibi gelişme­ler Türkiye’nin bu örgüte üye olmasını belirleyen önemli etkenler arasındadır.

Milletler Cemiyeti


6. BALKAN ANTANTI (9 ŞUBAT 1934)

– 1933 yılından sonra Faşist İtalya ile Nazi Almanyası’nın güçlenmeye başlaması Balkan devletleri arasında güçlenme eğilimini doğur­du. Çünkü İtalya’nın Balkanlarda, Almanya’nın da Doğu’da çıkarları ve gözleri vardı. Bu kurulu­şun doğmasında İtalya ile Almanya’nın emper­yalist emellerinin yanı sıra, daha önce Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan dostluk ilişkileri ve yapılan antlaşmaların da etkisi olmuştur.

– Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya delegeleri Atina’da bir araya gelerek Balkan Antantı’nı oluşturdular. Komşuları üzerinde toprak iddiasında bulunan ve Nöyyi Antlaşması öncesine dönmek isteyen Bulgaristan, Antant’a katılmamış­tır.

– 24 Ocak 1937’de Bulgaristan ile Yugoslavya ara­sında bir anlaşmaya varılması, Antant’ın aldığı ka­rarlar ile çelişmiştir.

– 1939’dan itibaren Balkanlarda ve dünya politika­sında cereyan eden olaylar Balkana Antantı’na fi­ilen son vermiştir. 1940’ta son kez toplantısını ya­pan Balkan Antantı, II. Dünya Savaşı yıllarında dağılmıştır.



 

7. MONTÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

Lozan Antlaşması’ında Boğazlar konusuylailgi­li alınan kararda Türkiye tam yetkili kılınmıyordu. Bu durum, Türkiye’nin bağımsızlık anlayışına ters düşüyor ve Misakımilli kararlarına da uymuyordu. Çünkü, bu sözleşmeyle, hem Boğazlar asker ve silahtan arındırılmış hem de Boğazlardan geçişle­ri kontrol etmek ve geçişlerle ilgili olarak Milletler Cemiyeti’ne bilgi vermekle yetkili bir Boğazlar Komisyonu kurulmuştu.

Türkiye’ye karşı ortaya çıkabilecek bir tehlike du­rumunda, Boğazların kullanımıyla ilgili Milletler Cemiyeti ve özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya Türkiye’ye garanti vermiş olmalarına rağ­men bu yetersizdi.

Boğazların böyle bir statüye bağlanmış olması, Milletler Cemiyeti güvenlik sisteminin dünyanın çeşitli bölgelerinde tam olarak uygulanamama­sı ve İtalya ile Almanya’nın dünya barışını tehdit eden bir tutum içinde bulunmaları Türkiye’yi rahat­sız ediyordu.

Türkiye, 11 Nisan 1936 tarihinde, sözleşmeyi im­zalayan devletlere “Şartlar Değişmiştir” ilkesinden hareketle birer nota göndererek, mevcut sözleş­menin değiştirilmesi isteğini bildirdi.

Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimleriy­le her zaman yakından ilgilenmiş olan İngiltere, Türkiye’nin bu isteğini haklı bularak destekledi­ğini açıkladı. Balkan Antantı Daimî Konseyi de 4 Mayıs 1936’da aynı yönde bir karar aldı. Daha sonra sözleşmeyi imzalayan diğer devletlerin de bu isteği uygun bulmaları üzerine, Boğazların du­rumunun, yeniden görüşülmesi için 22 Haziran 1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde bir kon­ferans düzenlendi. Yapılan görüşmelerden sonra, 20 Temmuz 1936 günü, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.



 

Montrö Sözleşmesi’nde Alınan Kararlar

1) Boğazlar Komisyonu kaldırılarak görev ve yetkile­ri Türkiye’ye bırakılmıştır.

2) Türkiye’ye Boğazların her iki yanında da asker bu­lundurma ve askeri tesis kurma hakkı tanınmıştır.

3) Ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bı­rakılmıştır.

4) Yabancı savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi için sınırlama olacaktır.

5) Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin donanma­larına ait savaş gemileri zaman ve ağırlıkları bakı­mından sınırlandırılacaktır.

 

Montrö Sözleşmesi’nin Önemi:

– Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasıyla Lozan’ın Türkiye’nin egemenlik haklarını zedeleyen bir hük­müne son verilmiştir.

– Misakımilli’nin Boğazlara yönelik kararı gerçekleş­miştir.

– Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmıştır. Boğazlarda asker bulundurulması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki önemi artmış, uluslararası alandaki durumu güçlenirken saygınlığı da art­ mıştır. Artık Milletler Cemiyeti’nin yetersiz garan­tisi yerine Türkiye kendi gücüne dayanabilmek ve Boğazlar üzerinde de savunmasını yapabilmek olanağına kavuşmuştur.

– 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması’ndan beri süre­gelen Boğazlar Sorunu çözümlenmiştir.

Rusya, Lozan’da Türkiye’nin görüşünü destek­lerken, Montrö’de destek vermemiştir. Bu durum Rusya’nın Türkiye’nin Boğazlara tek başına hakim olmasını istemediğini ve iyi ilişkilerin bozulmaya başladığını göstermektedir.

Günümüzde Rusya’nın dağılmasından son­ra Boğazların stratejik önemi daha da artmış­tır. 

 8. SADABAT PAKTI (8 Temmuz 1937)

– 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve Doğu Akdeniz’de yayılmacı politikalar geliştirme­si üzerine, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’ın katı­lımıyla oluşturuldu.

– İran’ın başkenti Tahran’da Sadabat Saray’ında ya­pılan antlaşmayla kurulan pakt, üye devletlerden birinin saldırıya uğraması durumunda diğerlerinin de saldırıya uğramış sayılması esası üzerinde ku­ruldu ve ortak savunmayı öngörüyordu.

– Türkiye ile arasındaki Hatay sorunu nedeniyle Suriye bu pakta üye olmamıştır.

– Sadabat Paktı, Balkan Antantı’ndan farklı olarak yayılmacılığa karşı caydırıcı bir unsur oluşturmuş­tur.

Türkiye Sadabat Paktı’nın kurulmasına ön­cülük yapmakla:

1. Doğu ve batı sınırlarının güvenliğini sağlamış.

2. Bölgesel barış yoluyla dünya barışına katkıda bu­lunmuş.

3. Uluslararası alanda etkinlik kazanmıştır.



 

9.HATAY SORUNU

1921 Ankara Antlaşması ile İskenderun ve Antakya’da özel bir yönetim kurulmuştu. Fransa 1936’da Lübnan ve Suriye’de manda yönetimine son verince Hatay Sorunu yeniden körüklendi.

Milletler Cemiyeti gözetimi altında yapılan halk oylaması sonucunda Hatay’da bağımsız bir dev­let kuruldu. (2 Eylül 1938). İlk Cumhurbaşkanlığını Tayfur Sökmen, başbakanlığını ise Abdurrahman Melek’in yaptığı bağımsız Hatay Devleti, Atatürk’ün ölümünden sonra 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararı aldı. Böylece Misak-ı Milli’ye uygun bir gelişme daha kaybedilmiş oldu.

– Ömrünün son günlerini Hatay Sorunu’na ayı­ran Atatürk, üstün diplomasisi sayesinde sorunu Türkiye lehine çözerek savaşsız yollardan burayı anavatana katmıştır. Ne var ki Hatay’ın anavatana katılışını göremeden ölmüştür.

– Fransa, II. Dünya Savaşı’nın başlaması tehlikesi karşısında Hatay’ın Türkiye’ye katılışına sese çı­karamamıştır. Gerçekten de bu olaydan kısa bir süre sonra II. Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Hatay’ın anavatana katılmasında nüfus yapısı, Türk dış politikasının kararlı ve güven verici özelli­ği ile yaklaşan Dünya Savaşı nedeniyle Fransa’nın Hatay için yeni bir savaşı göze alamayışının da büyük etkisi vardır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TC İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÇALIŞMA SORULARIDIR (2D 2Y)

TC İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ ÇALIŞMA SORULARIDIR (2D 2Y)   1.   Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’nün h...