ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASI
1. ATATÜRK DÖNEMİ’NDE
UYGULANAN DIŞ POLİTİKANIN TEMEL İLKELERİ
Millî Dış Politika
·
Dış Politika: Bir devletin millî
çıkarlarına göre şekillendirdiği hedeflere varması için çevresinde ve dünyadaki
devletlerle oluşturduğu diplomatik, ekonomik, siyasal ve hukuksal ilişkileri
kapsayan siyasettir.
·
Atatük’e göre,
millî dış siyasetin dayandığı ilkeler şunlardır:
1.
Dış politika, millî politikaya uygun
olmalıdır.
2.
Millî politikada bağımsızlıktan asla ödün
verilmemelidir.
3.
Misakımillî Kararları’na uygun olmalıdır.
4.
Türk kamuoyunu dikkate almalıdır.
5.
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine
dayanmalıdır.
6.
Uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesi benimsenmelidir.
7.
Başka devletlerin iç politikalarından ve
yönetim sistemlerinden etkilenmemelidir.
8.
Diplomaside, bilim ve teknoloji yol gösterici
olmalıdır.
9.
Dış politika, gerçekçilik ve aklı ön planda
tutan ilkelere göre düzenlenmelidir.
10.
Dış politikada, her zaman dünya konjonktürü
göz önünde bulundurmalıdır.
Atatürk döneminde Türk
Dış Politikası’nın temel ilkeleri
– Türk milletinin bağımsızlığına ve sınırlarına saygı duyan devletlerle
iyi ilişkiler kurmak, diğer devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi
içişlerine karışılmasına fırsat vermemek,
– Milli sınırlar içinde kalmak ve gerçekleştirilemeyecek emeller
peşinde koşmamak,
– Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girmemek,
– Devletlerarası sorunları hukuka dayalı olarak barışçı yollardan
çözümlemek,
– Milli sınırlar içinde her şeyden önce kendi gücüne dayanarak varlığını
devam ettirmek,
– Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı ve kamuoyunu
dikkate almak,
– Dış politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak
kullanmak ve dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak.
Cumhuriyet
Dönemi Türk dış politikası iki bölümde incelenir;
1.
1923 - 1930 Dönemi: Lozan’dan
kalan sorunların çözümlenmesi
2.
1930 - 1939 Dönemi: II.
Dünya Savaşı’nın başlama tehlikesine karşı önlemler alınması
Atatürk,
Türk dış politikasını iki temel unsur üzerine oturtmuştur. Bunlar: Türkiye’nin
siyasî bağımsızlığından taviz vermemek ve devletlerarası anlaşmazlıkları
barışçı yollarla çözümlemektir.
Atatürk, takip edilen dış politikada ısrarla, diğer devletlerin Türkiye’nin milli bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duymasını istemiş ve sadece devletlerin eşitliği ilkesine saygılı olup, içişlerimize karışmayan devletlerle dostluk ilişkileri içerisinde yaşamaktan yana olmuştur.
1. NÜFUS MÜBADELESİ (DEĞİŞ- TOKUŞ)
–
Lozan’da Anadolu’da (İstanbul dışında) kalan Rumlarla, Yunanistan’da (Batı
Trakya dışında) kalan Türklerin karşılıklı olarak yer değiştirmesi (mübadele) kararlaştırılmıştı.
Ayrıca Lozan’da İstanbul’da 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nden önce
yerleşmiş olan Rumların etabli (yerleşik) sayılması ve mübadele dışında tutulmasına
karar verilmişti.
–
1924’te Yunanlıların, İstanbul’da Mondros Mütarekesi’nden sonra bulunan
Rumların etabli sayılmasını ve mübadele dışında tutulması teklifini Türkiye
kabul etmedi.
yorum: Yunanlılar
bu tutumlarıyla İstanbul’da daha çok Rum nüfus bırakmayı amaçlamıştır.
–
Nüfus mübadelesi sorunu, Lahey Adalet Divanı’na götürüldü. Ancak çözüme
kavuşturulamadı. Anlaşmazlık iki devletin siyasi ilişkilerinde de gerginliğe
neden oldu. Yunanlılar Batı Trakya’daki Türklerin mal varlıklarına el koydu.
Buna karşılık olarak Türkiye de İstanbul’da bulunan Rumların mal varlığına el
koyunca gerginlik tırmandı.
–
Nüfus mübadelesi sorunu, Yunan Başbakanı Venizelos’un Türkiye ziyareti ve iki
tarafın Lozan’ı esas alarak anlaşmaya varmasıyla çözümlendi. Yunanlılar
Mondros Mütarekesi öncesinde İstanbul’da yerleşmiş olan Rumların etabli sayılmasını
kabul etti.
–
Nüfus mübadelesi sorunun çözülmesi, iki devlet arasında iyi ilişkilerin
kurulmasına neden olmuş, 1934’te Balkan Antantı’nın oluşturulmasını kolaylaştırmıştır.
– 1930’da yapılan mübadele ile 1,5 milyon Rum Yunanistan’a giderken 500 bine
yakın Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelmiştir.
2. YABANCI OKULLAR SORUNU
–
Lozan’da Türkiye’deki yabancı okulların Türk Hükümeti’nin alacağı kararlara
bağlı olması kararlaştırılmıştı. Bu okulların tüzük ve yönetmeliklerini Türk
Hükümeti belirleyecekti.
–
1926’da çıkarılan Maarif Teşkilatı Kanunu’na göre, yabancı okullarda Türkçe,
tarih, coğrafya, sosyoloji dersleri Türk öğretmenlerce ve Türkçe okutulacaktı.
Ayrıca kanuna göre bu okulların müfredatı Türk Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından belirlenecek, bu okullar Türk Hükümeti’nce denetlenecekti.
yorum: Bu düzenleme ülke içindeki uygulamalarda birlik sağlanması ve
eğitim kurumlarının ulusallaştırılması açısından milliyetçilik ilkesi ile
ilgilidir.
–
Maarif Teşkilatı Kanunu’nda, yabancı okullarda, öğretmenlerin dini kıyafetlerle
derse girmesi, dini ayin salonlarının bulunması yasaklanmıştır.
yorum: Bu düzenleme dinin eğitim kurumları üzerinde belirleyici olmasını
engellemesi açısından laiklik ilkesi ile ilgilidir.
– Bu
karara bağlı kalmayan bazı yabancı okullar kapatıldı. Türkiye’de en çok
yabancı okulu bulunan Fransa başta olmak üzere bazı devletler elçilikleri
aracılığıyla sorunu görüşme teklifinde bulunmuşlarsa da, Türk Hükümeti bu
durumu içişlerine müdahale olarak yorumladı ve bu teklifleri geri çevirdi.
yorum: Türk devletinin bu tutumu bağımsız devlet anlayışı doğrultusunda
geliştirdiği söylenebilir.
3. MUSUL SORUNU
Misakımilli
sınırları içinde yer alan Musul’un durumu Lozan Barış Antlaşması’nda bir karara
bağlanamamıştı. Bu konu, aynı antlaşmayla, Türkiye ile İngiltere arasında
dokuz ay içerisinde yapılacak görüşmelere bırakılmıştı. Yine bu antlaşma
gereği, eğer mesele bu görüşmelerde de halledilemezse Milletler Cemiyeti’ne
(Birleşmiş Milletler) havale edilecekti.
Türkiye
ile İngiltere arasındaki Musul’un durumuyla ilgili görüşmeler, 19 Mayıs 1924
tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen görüşmelerden dokuz ay içerisinde
herhangi bir sonuç alınamadı ve Musul Meselesi Milletler Cemiyeti’ne sevk
edildi.
Bu
dönemde Türkiye henüz Milletler Cemiyeti’nin üyesi bile değildi. Konu 20 Eylül
1924 tarihinden itibaren Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. Bu
görüşmeler sırasında Türkiye, Musul ile ilgili eski görüşü olan, “Musul’da bir
halkoylaması yapılması ve Musul’un geleceğiyle ilgili kararı kendi halkının
vermesi” hususunda ısrar etti. Bu sırada Milletler Cemiyeti içinde oldukça
güçlü bir konumda bulunan İngiltere, bölgede yaşayan halkın cahil olduğunu, dolayısıyla
sınır işlerinden anlamadığını ileri sürerek, Türkiye’nin görüşünü kabul etmedi.
Musul
zengin petrol yataklarına sahip olması sebebiyle İngiltere için önemli görülen
bölgelerden birisiydi. Dolayısıyla Musul’u kaybetmemek isteği Ortadoğu politikasının
bir gereğiydi.
Musul
konusunun Milletler Cemiyeti’nde kesin olarak çözüme kavuşturulacak olması,
cemiyetin değişik açılardan çalışmasını gerekli kıldı. Bu çerçevede, Musul
meselesi hakkında araştırma yaparak, bir rapor hazırlaması için komisyon
kurdu. İngiltere’nin etkisinde kalan bu komisyon, hazırladığı ve Musul’un
Irak’a bırakılmasını öngeren raporunu, Eylül 1925 Milletler Cemiyetine sundu.
Bu tarihte Türkiye’nin bir oy hakkı bile bulunmayan Milletler Cemiyeti de, komisyon
raporuna uyarak, 16 Aralık 1925 tarihinde yaptığı toplantıda Musul’u Irak’a
bıraktı.
Türkiye’de
büyük tepkiyle karşılanan Milletler Cemiyeti’nin bu kararı, İngiltere ile
ilişkileri gerginleştirdiği ve savaş havasına soktu. Ancak, gerginleşen
ilişkiler ve yaşanan savaş atmosferine bağlı olarak, Türkiye’nin hazırlıklara
başladığı sırada, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkması ve içerde değişik alanlarda
inkılâpların gerçekleştiriliyor olması sebebiyle, Türkiye, Milletler
Cemiyeti’nin bu kararını kabul etmek zorunda kaldı.
Bölgenin geleceğiyle ilgili olarak Türkiye, İngiltere ve Irak arasında yapılan görüşmeler sonunda, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ile; Musul Irak’a bırakılırken, bölgeden elde edilen petrol gelirlerinin % 10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılmıştır.
4. DIŞ BORÇLAR
– Lozan’da Osmanlı borçları görüşülürken, Osmanlı Devleti’nin
parçalanmasının ardından Türkiye, kendi sınırları dışında 16 bağımsız devlet
bulunduğunu, borçların ilgili devletlere dağıtılması tezini savunmuş ve bu
teklifi kabul ettirmişti.
1925’te toplanan Paris Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin 1912 yılından
önceki borçlarının % 62’sini, 1912’den sonraki borçlarının % 77’sini Türkiye
Cumhuriyeti üstlendi.
– 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı yüzünden Türkiye borç taksitlerini
ödemeyince Fransa’yla başlayan görüşmelerde borçlar yeniden taksitlendirildi.
Borçların % 53’ü Fransızlardan alınmıştır. Bu yüzden dış borç sorunu Fransa’yla
görüşülmüştür.
5.
TÜRKİYE’NİN MİLLETLER CEMİYETİNE GİRİŞİ
Milletler
Cemiyeti (Birleşmiş Milletler), I. Dünya Savaşı sonunda galip devletler
tarafından, dünya barışının korunması ve uluslararası işbirliğinin arttırılması
amacıyla kurulmuştur. Cemiyet, başlangıçta bir müddet İngiltere’nin kontrolünde
faaliyet göstermiştir. Bundan dolayı, Türkiye, İngiltere ile olan problemleri
yüzünden Milletler Cemiyeti’ne pek sıcak bakmamıştır. Türkiye, takip ettiği “Yurtta
Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin bir gereği olarak, 1928’den itibaren dünyadaki
silahsızlanma faaliyetlerine katılmış ve 1929’da da Briand - Kellog Paktını
imzalayarak, uluslararası ilişkilerde savaşı reddettiğini açıkça ortaya
koymuştu. Bu durum, Türk dış politikasına yeni bir boyut kazandırmış ve
1930’lardan itibaren Milletler Cemiyeti ile ilgilenmesine sebep olmuştu.
Türkiye,
Nisan 1932’de yapılan Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda, Milletler
Cemiyeti ile işbirliğine hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine, İspanya ve
Yunanistan temsilcileri Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul
edilmesi yönünde bir teklif verdiler. Bu teklifin, 6 Temmuz 1932 tarihinde
Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilmesi ve bu
kararın, 18 Temmuz 1932 günü de TBMM de onaylanması sonucu, Türkiye resmen
Milletler Cemiyeti’ne girdi.
Türkiye’nin
Milletler Cemiyeti’ne girişi, takip ettiği barışçı dış politikanın tabiî bir
sonucudur. Bu olay, aynı zamanda dış politikasında da yeni dönemin başlangıcı
olmuştur. Bu yeni dönemde de Türkiye, cemiyet içindeki aktif ve başarılı
çalışmaları sonucu 1934 yılında konsey üyeliğine seçilmiştir.
Musul
Sorunu ve İngiltere’nin Milletler Cemiyeti üzerindeki etkin nüfusu nedeniyle
Türkiye bu kuruluşa uzun bir zaman üye olmayı düşünmemişti. Musul Sorunu’nun
çözülmesi ve uluslararası işbirliğinin öneminin daha çok artması gibi gelişmeler
Türkiye’nin bu örgüte üye olmasını belirleyen önemli etkenler arasındadır.
6. BALKAN ANTANTI (9 ŞUBAT 1934)
– 1933 yılından sonra Faşist İtalya ile Nazi Almanyası’nın
güçlenmeye başlaması Balkan devletleri arasında güçlenme eğilimini doğurdu.
Çünkü İtalya’nın Balkanlarda, Almanya’nın da Doğu’da çıkarları ve gözleri
vardı. Bu kuruluşun doğmasında İtalya ile Almanya’nın emperyalist emellerinin
yanı sıra, daha önce Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan dostluk ilişkileri
ve yapılan antlaşmaların da etkisi olmuştur.
– Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya delegeleri
Atina’da bir araya gelerek Balkan Antantı’nı oluşturdular. Komşuları üzerinde
toprak iddiasında bulunan ve Nöyyi Antlaşması öncesine dönmek isteyen
Bulgaristan, Antant’a katılmamıştır.
– 24 Ocak 1937’de Bulgaristan ile Yugoslavya arasında bir
anlaşmaya varılması, Antant’ın aldığı kararlar ile çelişmiştir.
– 1939’dan itibaren Balkanlarda ve dünya politikasında
cereyan eden olaylar Balkana Antantı’na fiilen son vermiştir. 1940’ta son kez
toplantısını yapan Balkan Antantı, II. Dünya Savaşı yıllarında dağılmıştır.
7. MONTÖ BOĞAZLAR
SÖZLEŞMESİ
Lozan
Antlaşması’ında Boğazlar konusuylailgili alınan kararda Türkiye tam yetkili
kılınmıyordu. Bu durum, Türkiye’nin bağımsızlık anlayışına ters düşüyor ve
Misakımilli kararlarına da uymuyordu. Çünkü, bu sözleşmeyle, hem Boğazlar asker
ve silahtan arındırılmış hem de Boğazlardan geçişleri kontrol etmek ve
geçişlerle ilgili olarak Milletler Cemiyeti’ne bilgi vermekle yetkili bir
Boğazlar Komisyonu kurulmuştu.
Türkiye’ye
karşı ortaya çıkabilecek bir tehlike durumunda, Boğazların kullanımıyla ilgili
Milletler Cemiyeti ve özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya Türkiye’ye
garanti vermiş olmalarına rağmen bu yetersizdi.
Boğazların
böyle bir statüye bağlanmış olması, Milletler Cemiyeti güvenlik sisteminin
dünyanın çeşitli bölgelerinde tam olarak uygulanamaması ve İtalya ile
Almanya’nın dünya barışını tehdit eden bir tutum içinde bulunmaları Türkiye’yi
rahatsız ediyordu.
Türkiye,
11 Nisan 1936 tarihinde, sözleşmeyi imzalayan devletlere “Şartlar Değişmiştir”
ilkesinden hareketle birer nota göndererek, mevcut sözleşmenin değiştirilmesi
isteğini bildirdi.
Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimleriyle her zaman yakından
ilgilenmiş olan İngiltere, Türkiye’nin bu isteğini haklı bularak desteklediğini
açıkladı. Balkan Antantı Daimî Konseyi de 4 Mayıs 1936’da aynı yönde bir karar
aldı. Daha sonra sözleşmeyi imzalayan diğer devletlerin de bu isteği uygun
bulmaları üzerine, Boğazların durumunun, yeniden görüşülmesi için 22 Haziran
1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferans düzenlendi. Yapılan
görüşmelerden sonra, 20 Temmuz 1936 günü, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler
Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında
Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.
Montrö Sözleşmesi’nde Alınan Kararlar
1) Boğazlar Komisyonu kaldırılarak görev ve yetkileri
Türkiye’ye bırakılmıştır.
2) Türkiye’ye Boğazların her iki yanında da asker bulundurma
ve askeri tesis kurma hakkı tanınmıştır.
3) Ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bırakılmıştır.
4) Yabancı savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi için
sınırlama olacaktır.
5) Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin donanmalarına ait
savaş gemileri zaman ve ağırlıkları bakımından sınırlandırılacaktır.
Montrö Sözleşmesi’nin Önemi:
– Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasıyla Lozan’ın Türkiye’nin
egemenlik haklarını zedeleyen bir hükmüne son verilmiştir.
– Misakımilli’nin Boğazlara yönelik kararı gerçekleşmiştir.
– Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmıştır. Boğazlarda
asker bulundurulması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki önemi artmış,
uluslararası alandaki durumu güçlenirken saygınlığı da art mıştır. Artık
Milletler Cemiyeti’nin yetersiz garantisi yerine Türkiye kendi gücüne
dayanabilmek ve Boğazlar üzerinde de savunmasını yapabilmek olanağına
kavuşmuştur.
– 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması’ndan beri süregelen
Boğazlar Sorunu çözümlenmiştir.
Rusya, Lozan’da Türkiye’nin görüşünü desteklerken, Montrö’de
destek vermemiştir. Bu durum Rusya’nın Türkiye’nin Boğazlara tek başına hakim
olmasını istemediğini ve iyi ilişkilerin bozulmaya başladığını göstermektedir.
Günümüzde Rusya’nın dağılmasından sonra Boğazların stratejik
önemi daha da artmıştır.
8. SADABAT PAKTI (8 Temmuz
1937)
– 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve Doğu
Akdeniz’de yayılmacı politikalar geliştirmesi üzerine, Türkiye, İran, Irak ve
Afganistan’ın katılımıyla oluşturuldu.
– İran’ın başkenti Tahran’da Sadabat Saray’ında yapılan
antlaşmayla kurulan pakt, üye devletlerden birinin saldırıya uğraması durumunda
diğerlerinin de saldırıya uğramış sayılması esası üzerinde kuruldu ve ortak
savunmayı öngörüyordu.
– Türkiye ile arasındaki Hatay sorunu nedeniyle Suriye bu
pakta üye olmamıştır.
– Sadabat Paktı, Balkan Antantı’ndan farklı olarak
yayılmacılığa karşı caydırıcı bir unsur oluşturmuştur.
Türkiye Sadabat Paktı’nın kurulmasına öncülük yapmakla:
1. Doğu ve batı sınırlarının güvenliğini sağlamış.
2. Bölgesel barış yoluyla dünya barışına katkıda bulunmuş.
3. Uluslararası alanda etkinlik kazanmıştır.
9.HATAY SORUNU
1921 Ankara Antlaşması ile İskenderun ve Antakya’da özel bir
yönetim kurulmuştu. Fransa 1936’da Lübnan ve Suriye’de manda yönetimine son
verince Hatay Sorunu yeniden körüklendi.
Milletler Cemiyeti gözetimi altında yapılan halk oylaması
sonucunda Hatay’da bağımsız bir devlet kuruldu. (2 Eylül 1938). İlk
Cumhurbaşkanlığını Tayfur Sökmen, başbakanlığını ise Abdurrahman Melek’in
yaptığı bağımsız Hatay Devleti, Atatürk’ün ölümünden sonra 30 Haziran 1939’da
Türkiye’ye katılma kararı aldı. Böylece Misak-ı Milli’ye uygun bir gelişme daha
kaybedilmiş oldu.
– Ömrünün son günlerini Hatay Sorunu’na ayıran Atatürk, üstün
diplomasisi sayesinde sorunu Türkiye lehine çözerek savaşsız yollardan burayı
anavatana katmıştır. Ne var ki Hatay’ın anavatana katılışını göremeden
ölmüştür.
– Fransa, II. Dünya Savaşı’nın başlaması tehlikesi karşısında
Hatay’ın Türkiye’ye katılışına sese çıkaramamıştır. Gerçekten de bu olaydan
kısa bir süre sonra II. Dünya Savaşı patlak vermiştir.
Hatay’ın anavatana katılmasında nüfus yapısı, Türk dış politikasının kararlı ve güven verici özelliği ile yaklaşan Dünya Savaşı nedeniyle Fransa’nın Hatay için yeni bir savaşı göze alamayışının da büyük etkisi vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder