21 Ekim 2025 Salı

Türklerde Sosyoekonomik Hayat ve Şehirleşme

 Toplumların hayatı;

(1)geçmişten getirdikleri kültürel özellikler, 

(2)yaşadıkları bölgenin coğrafi koşulları ve

(3)sahip oldukları inançlar 

çerçevesinde şekillenir. 



Selçuklu toplumu da 

(1) Türkistan’daki örf ve âdetlerini 

(2)İslamiyet’le ve 

(3)fethettikleri yeni topraklarda karşılaştıkları kültürler 

ile sentezleyerek güçlü bir sosyoekonomik sistem kurmuştur.

Selçuklu toplumu yönetenler(Beyler) ve yönetilenler (Kara Budun)şeklinde ikiye ayrılırdı.

Selçuklu toplumunun temelini aile kurumu oluştururdu.  
Aile bireyleri arasında karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü hâkimdi. 
Ailelerin yaşadığı evler oda, sofa, mutfak gibi çeşitli bölümlerden oluşurdu. 
Türklerde soy dayanışması devletin kuruluşunda etkilidir.


Selçuklu kadınları sosyal ve kültürel anlamda hayatın içindeydi. 
Kadınlar saçlarını örerek omuzlarından sarkıtır, saç süsü olarak da genellikle takma zülüf kullanırdı.
Çocuk sahibi olmanın bir statü sembolü olarak görüldüğü Selçuklu toplumunda doğumlardan sonra kutlamalar yapılır ve erkek çocukları için sünnet törenleri düzenlenirdi. 



Sosyal hayatta komşuluk ilişkilerine büyük önem verilir, hayatın her alanında yardımlaşma ve dayanışma ruhu canlı tutulurdu. 
Halk (1) dinî bayramları, (2) baharın müjdecisi olan Nevruz Bayramı’nı ve (3) hükümdarın tahta çıkışını büyük bir coşkuyla kutlardı. 
Ayrıca avcılık, atıcılık, at biniciliği, güreş, cirit gibi sportif faaliyetler düzenlenir, çevgen (çevgân) oyunu oynanır ve yarışlar yapılırdı.

Çevgen (çevgân, çögen), at üstündeki iki grubun dört köşe bir sahada değneklerle oynadığı bir oyundur. 
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Bitlis’te izlediği bir çevgen oyununda atlı iki grubun ellerindeki eğri bir çevgenle ortadaki tahta topu sürmeye çalıştığını anlatır. 
Bu oyun, Karahanlı ve Selçuklularda da yaygın olarak oynanmıştır.


Kaynak A:Üzerinde çevgen oyununun tasvir edildiği, pirinçten yapılmış bir kap gösterilir.

Kaynak B: Selçuklu kadınları, at üzerinde tasvir edilir.

Kaynak C: Aile, bir milletin temel kurumlarından birisidir. Budun ve boydan sonra toplumun en küçük çekirdeği olan “aile” Milleti ayakta tutan en temel ögelerdendir. 


Selçuklu toplumu, yerleşme durumlarına göre şehirliler, köylüler ve konargöçerler şeklinde üçe ayrılırdı. 






Halkın geçim kaynağı; tarım, hayvancılık, ticaret ve zanaat’tır.
Üretim yapan halkın görevi, devlete düzenli olarak vergi ödemektir.
(1)Tüccarların, (2)kervan sahiplerinin, (3)hayvancılıkla uğraşan konargöçerlerin, (4)ikta sahiplerinin ve bağlı devletlerin ödemesi gereken ayrı vergiler vardı. 




Tüccarlar toplumda büyük bir itibara sahipti ve dokunulmazlıkları vardı. 
Bütün ticari mallar günümüzdeki sigorta sistemine benzeyen bir yöntemle koruma altına alınır, saldırıya ya da beklenmedik bir zarara uğrayan tüccarların kaybı tazmin edilirdi. 

Devlete ait topraklar ikta sistemiyle hanedan üyelerine ve üst düzey devlet adamlarına dağıtılır, ikta sahipleri de bunun karşılığında devlete vergi öderdi. 
Aşağıdaki tabloda Selçuklularda mirî adı verilen hazine arazileri, mülk arazileri ve bunlardan alınan vergiler açıklanmıştır.



Selçuklu Dönemi’ndeki Toprak Sistemi
1.Has Arazi : Hükümdarın şahsına ait tarla, bağ, bahçe, koru, otlak gibi arazilerdir. Has araziden alınan aşar ve  diğer vergiler doğrudan savaş ve diğer olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere ihtiyat hazinesine aktarılır. 
2.İkta Arazi : Bir görev karşılığında meliklere, emîrlere, valilere, komutanlara, hassa ordusu askerlerine ve tımarlı  sipahilere verilen arazilerdir. 
3.Öşrî Arazi :Hükümdarın liyakat sahibi devlet adamlarına, dinî ve kültürel alanlarda hizmet veren kimselere mirî  araziden tahsis ettiği topraklara öşrî arazi denir ve vergilendirilir. 
4.Haraci Arazi :Selçuklu sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerin ellerinde bulunan topraklara haraci arazi denir. Bu arazilerden yaşama ve himaye edilme karşılığında alınan vergiye haraç denir. Gayrimüslimler Müslüman olduklarında bu vergi alınmaz. 
5.Vakıf Arazi :Liyakat sahibi devlet adamlarına, dinî ve kültürel alanlarda hizmet veren kimselere tahsis edilen mirî arazilerin bir bölümü hayır işleri için ayrılır. Bu arazilere vakıf arazi denir. Arazi sahipleri, bu topraklardan elde edilen gelirle cami, medrese, hastane, kervansaray gibi binalar inşa ettirir ve bunların bakımını yapar.







Kaynak Ç 
Tüccarlar, sanatkarlar ve küçük zanaat erbabı şehir ve kasabalarda yaşarlardı. Bunların kendilerine mahsus loncaları bulunuyordu. 
Köylerde ise nüfuz sahibi dihkanlar, toprak sahipleri ve köylüler yaşarlar ve ziraatle meşgul olurlardı. 
 Köylüler, topraklarının has veya ikta’ durumuna göre, devletin himayesinde geçimini sağlamakta idi. 

Kaynak D’de  TİCARETE VURGU yapılmıştır.
Selçuklular devrinde Anadolu, maden bakımından zengindi. 
Anadolu’dan çıkarılan şap, dokuma sanayinde boya maddesi olarak kullanılmak üzere, Batı Avrupa’ya ihraç ediliyordu ve İtalyanların tekelinde bulunuyordu. 
Ayrıca demir, bakır ve gümüş madenleri de işletiliyordu. 
Anadolu’nun güneyindeki dağlardan elde edilen kereste Antalya ve Fethiye (Makri) Körfezi’nden Mısır’a ihraç edilmekteydi. 
Kastamonu’dan sağlanan kereste ise Sinop tersanesinde kullanılmaktaydı. 
Türkmenlerin dokudukları halı ve kilimler ile Ankara’nın sof kumaşları dünyaca tanınmış olup  Avrupa ve İslâm ülkelerine gönderiliyordu.

İlk Türk-İslam devletlerinden Karahanlı, Gazneli ve Selçukluların hâkim oldukları coğrafyalarda inşa ettirdiği mimari yapılar, Türklerin yaşadıkları şehirleri bayındır hâle getirdiğinin en önemli göstergesidir. 
Türkistan’daki şehirler Orta Çağ Avrupası’ndaki şehirler gibi kaleler ve surlarla çevriliydi.




Karahanlı Dönemi’nde medrese, türbe, köprü, cami, saray, ribat gibi birçok mimari eser inşa edildi. 
Bu eserlerden Talhatan Baba Camisi kendine özgü bir mimariye sahipti (yandaki görsel). 
Gaznelilerde ise özellikle Sultan Mahmud zamanında yeni saraylar, çarşılar, köprüler, su yolları ve su kemerleri yapıldı.

Selçukluların 1040’ta kazandığı Dandanakan Zaferi’nden sonra birçok Türk aile Horasan bölgesine göç ederek buralarda yurtlar edindi. 
Türkler yerleştikleri bu yeni topraklarda hükümdarın da desteğiyle çeşitli imar faaliyetleri yürüttü. 
Günümüzde İran sınırları içinde bulunan Nişabur ve Rey’de Selçuklu hükümdarları için iki ayrı saray yapıldı.  






Türkistan’dan göç eden Türkler, yerleştikleri bölgelerde yaşayan toplumlarla etkileşim içine girerek kendi kültürlerini Horasan, Maveraünnehir, İran ve Irak coğrafyalarında yaşanmakta olan İslam kültürüyle sentezledi. 
Böylece;
Karahanlılar Türkistan’da, 
Selçuklular ise hem Türkistan hem de Anadolu’da Türk-İslam medeniyeti olarak adlandırılan yeni ve özgün bir kent kültürü meydana getirdi.

Kaynak F: 
Orta Asya şehirleri genellikle korunaklıdır. Buna göre zamanla, bilhassa kervan yolları üzerinde bulunan böyle müstahkem çiftliklerin yanına ticaret ve sanat  faaliyetlerine bağlı olarak yavaş yavaş yeni nüfus yerleşmeye başlamıştır. Burada yerleşenleri korumak için surlar yapıldı; böylece Orta Asya şehrinin başlıca nüvesi şehristan teşekkül etmişti. 
Orta Asya’da şehirlerinin gelişmesi  büyük ölçüde ticaret yollarına bağlı olmuştur.

Kaynak G 
Dandanakan Savaşı’nın ardından Horasan ve İran bölgesi Gaznelilerin elinden alınınca, Türk boyları büyük kalabalıklar hâlinde bu bölgeye ve daha sonra Kuzey Mezopotamya’ya giderler.  Selçuklular; Irak’a, Mısır, Suriye ve Batı Anadolu’ya kadar Türk varlığını hissettirirler. 
Yeni vatanları İran topraklarını kapsayan Büyük Selçuklu Devleti’nin bazı şehirleri, farklı mahiyetleri bakımından öne çıkmıştır. 
Bazıları başkent (payitaht) olması nedeniyle siyasî veya kültürel açıdan, 
bazıları medreseler nedeniyle  ilmî açıdan, 
bazıları askerî açıdan önem kazanmıştır

Sayfa 58: Türklerin ekonomik faaliyetleri ile Türk şehirlerinin fiziki yapıları arasındaki bağlantıyı gerekçeleriyle açıklayınız.


Türkmenler Anadolu’ya iskân ettiriliyor
Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu’ya gelen ve burada iskân edilen Türkmenler, yerleştikleri bölgelerin Türkleşmesine büyük katkı sağladı. 
Türkler Konya, Alanya, Aksaray gibi yerleşimleri fethettikten sonra buraları Türk gelenekleri ve İslam düşüncesi doğrultusunda yeniden imar etti. 
Konargöçerlerin yerleştirildiği köyler kısa sürede büyüdü ve buralarda yaşayan insan sayısı arttı. 
Bu gelişmede Türklerin sosyoekonomik şartları da etkili oldu. 
Hayvancılıkla uğraşan konargöçerler geniş otlakların bulunduğu bölgelere yerleştirilirken zanaat ve ticaretle uğraşan Türkler şehirlerde iskân edildi. 

Şehirlerde genellikle farklı mahallelerde oturan Müslümanlar ve gayrimüslimler aynı çarşı ve pazarları kullandı. 
Bununla birlikte Türklerin ve gayrimüslimlerin *ibadetleri, *giyim kuşamları ve *yaşam tarzları da birbirinden farklıydı. 
Selçuklularda kadın ve erkekler entari şeklinde motifli giysi veya kaftanlar giyerlerdi. 
Dolayısıyla şehirlerdeki mahalle kültürü dinî, etnik ya da mesleki farklılıklara göre şekillendi.


Türkler Anadolu’ya yerleştikten sonra hızla yeni mimari eserler inşa ettiler veya var olanları dönüştürdüler.
İbadethane ihtiyacını karşılamak için camiler yapıldı  ve bazı kiliseler camiye çevrildi.
 Şehir dışında ve kervan yolları üzerinde namazgâhlar açıldı. 
Tekkeler, şifahaneler ve medreseler inşa edilerek halkın sosyal ve dinî ihtiyaçları karşılandı. 
Şehir merkezlerine veya şehre yakın yerlere kurulan kabristanlar yoluyla ölüye ve mezara saygı gösterme geleneği devam ettirildi. 
Kasaba ya da şehir merkezindeki bir caminin etrafında oluşturulan meydanlar da Türklerin sosyal faaliyetlerini gerçekleştirdikleri önemli mekânlar arasındaydı.


İsfahan şehri / “Esfehan; Nısf-ı Cihan”
1051’de Selçuklu hâkimiyetine giren İsfahan, Sultan Melikşah Dönemi’nde başkent yapılmış ve buradaki en önemli eserlerden olan Cuma Camisi’nin büyük bölümü onun döneminde inşa edilmiştir. 
İsfahan Cuma Camisi hem İran hem de Türk şehircilik geleneğinden izler taşımaktadır. 
İran mimarisine uygun olarak büyük bir meydana bakacak şekilde tasarlanmıştır. 
Camideki dört eyvanlı avlu ile kuzey ve güney eksenlerindeki iki kubbe ise Türk mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadır.

Esfehan; Nısf-ı Cihan: XVII. yüzyılda kenti ve bilhassa “Meydan-ı Nakş-ı Cihan”ı görüp hayran kalan Fransız şair-gezgin Mathurin Régnier böyle söylemiş. O günden bu yana İsfahan'ın sloganı haline gelmiş bu cümle.



Selçuklular, Anadolu’daki şehirleri yeniden yapılandırırken fetihler sırasında güvenlik sorunları ve istikrarsızlık nedeniyle işlevini kaybeden uluslararası ticaret yollarını canlandırmak için bazı tedbirler aldı. 
Karahanlı Dönemi devlet adamlarından Yusuf Has Hacib de Kutadgu Bilig adlı eserinde “Dünyayı dolaşan bu satıcılar olmasaydı kara samur kürkü ne zaman giyerdin? Satıcılar gezip dolaşmasaydı bu inci dizilerini kim seyredebilirdi?” diyerek ticaretin önemini vurgulamıştı. 



Bu doğrultuda ticaret yollarının üzerindeki konaklama mekânları tamir edilerek yeni köprüler inşa edildi ve tüccarlara vergi muafiyetleri getirildi. 
Uluslararası fuar niteliği taşıyan Kayseri yakınlarındaki Yabanlu Panayırı gibi ticari merkezlerde tüccarların faaliyetlerini kolaylaştıracak yaşam alanları oluşturuldu. 
Tarımsal üretimi artırmak amacıyla da köylülere araç gereç yardımı yapıldı. 

Selçuklular Dönemi’ndeki sosyoekonomik hayatın gelişmesinde Ahilik teşkilatı da önemli rol oynadı. 
Ahilik, Selçuklu Dönemi’nde Anadolu’da kurulurken Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah öncülüğünde ortaya çıkmış sosyoekonomik bir yapı olan fütüvvet teşkilatı örnek alındı. 
Bu iki teşkilatın amaç ve yapılanma bakımından birçok ortak noktası vardı. 
Türkiye Selçukluları Dönemi’nin sosyolojik koşulları ve Moğol istilasının yol açtığı sorunlar, Ahilik teşkilatının Anadolu’da kendine özgü millî ve dinî bir yapı olarak ortaya çıkmasına zemin hazırladı. 

Bunun sonucunda 
(1)Türkistan’dan Anadolu’ya gelen esnaf ve zanaatkârlar iş bulmak, 
(2) Doğu Romalılarla rekabet etmek, 
(3)ürettikleri malların kalitesini korumak, 
(4)esnaf ahlakını iş hayatına hâkim kılmak gibi çeşitli amaçlarla Ahi Evran öncülüğünde teşkilatlandı.


Kaynak I -Ahiler/Ahi teşkilatı
Ahı,  ‘sanatının ve zanaatının erbabını toplayan ve işi olmayan genç bekarları da bir araya getiren adam’dır. Onlar, ahı’yı başlarına geçirirler.
 Ahi teşkilatının kökünün ‘Fütüvvet’ olduğu belirtilir.
Antalya’ya giden seyyahın yoksul görünümlü ancak yanında iki yüz kişinin çalıştığı bir adamın gündüz iyi iş yaptığını akşamdan sonra cömert davrandığını tekkede (ve zaviyede) ibadet dostlarıyla vakit geçirdiklerine şahit olmuştur.

Kaynak İ : Fütüvvetin en önemli ve en zengin kaynağı kuşkusuz fütüvvetnamelerdir.
* Namazı bırakmamak, 
* haya ehli olmak, 
* dünyayı terk etmek, 
* Allah’ın yasakladıkları hususunda nefse uymamak ve Ona itaat etmek, 
* helal kazanç sahibi olmak, 
* Müslüman kardeşlerine ihtiyaç halinde yardımcı olmak, 
* onlara yumuşak davranmak ve güzel sözle dahi olsa iyilik etmek ve iyiliği emretmek ve 
* kötülükten sakındırmak


Kaynak J- İskân siyaseti ve yer adlarının Türkçeleştirilmesi
 24 Oğuz boyuna mensup kalabalık Türkmen kitleleri, Türkistan, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya sevkedilerek yerleştirilmiş, böylece Anadolu’da Türk nüfusunun yerli halklara oranla hızla çoğalması sağlanmıştır. 
Dolayısıyla bugün Anadolu’daki birçok bölge, yöre, ilçe, bucak, köy, ova, dağ, tepe, ırmak, çay ve derelerin Türkçe adları, o devirdeki şekillerini aynen korumaktadırlar. 
Süleyman Şah’ın (1075-186) fethini büyük ölçüde tamamladığı Anadolu’ya bütün kültür varlıklarıyla bir millet halinde gelen Türkler, bir yandan Orta-Anadolu’da ve Adalar Denizi kıyılarına kadar uzanan geniş ve verimli ovalarda yerleşip üretici durumuna gelirken, bir yandan da kuzeyde Karadeniz, güneyde Akdeniz kıyılarına doğru yayılıp yurt tutmuşlardır.


Kaynak K (sol)   Tuğrul Bey (BSD,1040-1063) adına basılan altın paranın ön ve arka yüzü, Nişabur
Kaynak L Sultan Sencer(BSD,1118-1157) adına basılan altın paranın ön ve arka  yüzü, Metropolitan Museum, New York / ABD

Kaynak M (sol)  II. Gıyaseddin Keyhüsrev(TSD,1237-1246) adına basılan gümüş paranın ön ve arka yüzü, XIII. yüzyıl, Metropolitan Museum,  New York / ABD 
Kaynak N  IV. Kılıçarslan (TSD, 1249–1254 (Üçlü); 1257-1262 (İkili); 1262-1266) adına basılan sikkenin ön ve arka yüzü, XIII.  yüzyıl, Münster Üniversitesi, Almanya 


Kaynak O -Ticarete vurgu yapılmıştır
Venedik’le (1220 yılında) bir ticaret sözleşmesi yapan Selçuklular, tüccarlara büyük avantaj ve ayrıcalıklar sağladı.( %2 ölçüsünde, düşük gümrük vergisi alınıyor) 
Ticarete el atan devlet, tüccarlara kişisel ve mallarıyla ilgili güvenlik garantisi veriyordu.  Gezginlerin heyecanla anlattıkları heybetli Sultanhan kervansarayı, kalın duvarları üzerinde 24 kulesi olan kale görünümündeydi.
Selçuklular, (Konya, Sivas, Erzincan gibi) çeşitli kentlerde sikke basıyorlardı. 
Bakır sikke (mangır) ilk kez, Sultan I. Mesud zamanında (1095-1156) ortaya çıkıyor. Onun ardılı Sultan II. İzzeddin Kılıçarslan(1156-1192) , uzun süre “dinar” olarak adlandırılan, daha sonraları ise dirhem ya da sultani (sultan sikkesi) denilen gümüş sikkeler (1185) basar. Selçuklularda, altın sikke de yürürlüktedir. 
Bunun yanısıra, yabancı altın, halife altınları, İtalyan ‘florinleri’, Mısır ya da Halep ‘yusufları’, da geçerlik taşımaktaydı.”

Kaynak Ö / Sultanhanı Kervansarayı hakkında bilgi
Sultanhanı Kervansarayı, XIII. yüzyıl, Aksaray Konya-Aksaray kara yolu üzerinde bulunan Sultanhanı Kervansarayı, 1229 yılında TSD  Sultanı I. Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. 
4680 metrekarelik düz bir arazide bulunan bu kervansarayın avlusunda dört ayak ve sivri kemerler üzerine köşk şeklinde inşa edilen bir mescit vardır. 
Bir vakıf eseri olan ve yapıldığı dönemde askerî ve ticari önem taşıyan Sultanhanı Kervansarayı, Türkiye Selçuklu Dönemi’ne ait ihtişamlı bir eserdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Türklerde Sosyoekonomik Hayat ve Şehirleşme

 Toplumların hayatı; (1)geçmişten getirdikleri kültürel özellikler,  (2)yaşadıkları bölgenin coğrafi koşulları ve (3)sahip oldukları inançla...