YUMUŞAMA
DÖNEMİ VE SONRASI
A. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE DEGİŞİM SÜRECİ
"Yumuşama
(detant)" uluslararası
ilişkilerde, Blokların gerginliği azaltmak için karşılıklı görüşmeleri tercih
ettiği bir dönemdir.
Bu dönemde izlenen politikalarla Doğu-Batı ilişkilerinde
çatışma ve gerginlik nispeten azaltılmıştır.
Yumuşama politikası, barışa varacak yakınlaşma, anlaşma ve
iş birliği aşamalarından oluşmaktadır.
Yumuşama politikasının ortaya çıkmasında konvansiyonel
silahlardan nükleer silahlara geçiş, önemli etken oldu.
1950'li yılların sonlarına doğru SSCB ve ABD'nin nükleer
silahlanma yarışında birbirine denk güçler haline gelmesi, dünyayı bir nükleer
savaş eşiğine getirdi.
Her iki devletin de çıkması muhtemel bir savaşta aynı
şekilde zarar görecek olmaları savaşa yol açacak çatışmaları engellemeyi
zorunlu kıldı.
Bu sebeple ABD Başkanı Kennedy ve SSCB Başkanı Kruşçev
,1961 yılında bir araya gelerek yumuşama
surecını aşarlar.
Bu süreçte
Bloklar,
silahlansızlanma
ve
bazı silahlarda sınırlandırma yolunu seçtiler.
KONVANSİYONEL SİLAHLAR
Nükleer, biyolojik
(bakteriyolojik) ve kimyasal silahlar dışında kalan her türlü klasik
silahlardır.
Günümüzde en çok
kullanılanı top, tüfek, tank, gemi, denizaltı, nükleer taşımayan füze ve
uçaklardır.
SSCB VE ÇİN ÇATIŞMASI
SSCB ile Çin
arasında ortaya çıkan anlaşmazlık üzerine 1962’den itibaren sınırlarda
çatışmalar başladı. 1969’da sınır konusu çözümlenemeyince aynı yılda Usuri nehrinde çatışma yaşanmıştır.
Yumuşama politikasına giden diğer bir sebep ise Bloklar
içinde yaşanan siyasi gelişmeler oldu.
1.
Doğu Bloku içinde SSCB ile Çin arasında
başlangıçtan beri devam eden güven bunalımlı, (Çin-ABD yakınlaşmasında etkili)
2.
Yugoslavya ve Romanya'nın SSCB güdümünden
kurtulmak istemesi
3.
1968'de SSCB'nin Varşova Paktına bağlı güçleri
kullanarak Çekoslovakya'yı işgali
ABD'nin dünyadaki siyasi gelişmeler karşısında
müttefiklerine danışmadan hareket etmesi, Batı Bloku içinde de görüş ayrılıklarına neden oldu.
Ardından Fransa'nın
NATO'nun askeri kanadından çekilmesi de Batı Blokunda sarsıntılar meydana
getirdi.
1. Yumuşama Dönemi
Politikaları
Doğu ve Batı Bloku arasındaki ilk ilişkiler, "1958
Berlin Buhranı "sonrasında Cenevre'de yapılan toplantılarla başladı.
Toplantıların ardından ABD'nin daveti üzerine SSCB Devlet
Başkanı Kruşçev, Eylül 1959'da ABD'ye gitti. Camp David'de Einsenhower
ile Kruşçev ilk kez bir araya geldi.
Bu görüşmeler sonunda anlaşmazlıkların müzakereler yoluyla
çözümlenmesi kararlaştırıldı. Paris'te gerçekleştirilen liderler zirvesi sonuç
vermedi.
Haziran 1961'de Viyana'da ABD Başkanı Kennedy ile
SSCB lideri Kruşçev aynı konuyu görüşmek üzere bir araya geldi.
SSCB'nin Berlin konusundaki katı politikasını terk etmesi
ile iki ülke ilişkilerinde uzlaşma yolu açıldı.
Çin, Japonya'yı etkisiz hale getirmek ve
SSCB'nin baskısından kurtulmak amacıyla dış politikada yumuşama siyasetini
benimsedi.
SSCB ile Çin arasında muhtemel bir
ittifakı önlemek isteyen ABD, bu politika değişikliği üzerine Çin'in
uluslararası alanda tanınması gerektiğini savunmaya başladı.
ABD'nin Güney Vietnam'dan askerlerini çekmesi Çin
ile yakınlaşmayı daha da hızlandırdı. Önce Çin ile ticari ilişkileri başlatan
ABD, ardından Çin'in Birleşmiş Milletlere üye olmasında etkili oldu.
PİNG-PONG DİPLOMASİSİ
Amerika’nın Çin’e
karşı yaklaşma siyasetini Çinliler cevapsız bırakmadı. Japonya’da bulunan ABD
masa tenisi takımı, 6 Nisan 1971 günü Çin’e davet edildi. Çoğunluğu Amerikalı
olan Batılı yedi gazeteciye de giriş vizesi verildi.
Amerika masa tenisi
takımı 14 Nisan 1971’de Çin başbakanı tarafından kabul edildi.
Aynı gün, ADB
başkanı Nixon da yirmi yıldan beri Çin’e karşı uygulanmakta olan ticari ambargoyu
kaldırdı. ABD’ye gelmek isteyen Çinlilere vize verileceğini söyledi.
Ping pong takımının
yaptığı bu ziyaretle Çin ve ABD arasındaki ilk temaslar başladı.
Bu temaslardan sonra
ABD başkanı Nixon Şubat 1972’de Çin’i ziyaret etti.
2.Nükleer Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri
(Küba buhranı) SSCB ile ABD arasında yaşanan füze krizinin
uzlaşma yoluyla çözümlenmesi nükleer silahların sınırlandırılmasında başlangıç
oldu.
1963'te de ABD, SSCB ve İngiltere arasında Moskova'da ilk
kez "Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması Anlaşması“ imzalandı.
Ancak bu anlaşmadan sonra devletler nükleer alanda yarışa
devam ettiler.
Nükleer silahların sınırlandırılması konusunda 1969'da
Helsinki'de ABD-SSCB arasında gerçekleştirilen SALT-I (Strategic Arms
Limitation Talks - Stratejik Silahları Azaltma Görüşmeleri-) önemli bir aşama
oldu.
Sadece savunma füzelerinin sınırlandırılmasının
kararlaştırıldığı SALT-I Antlaşması, 26 Mayıs 1972'de Moskova'da imzalandı.
Bu Antlaşma ile sorunların barışçı yollarla çözülmesi süreci
başlatıldı. ABD-SSCB ilişkilerinin temel esasları belirlendi. Görüşmelerin
başladığı 1969 yılı "Yumuşama Dönemi"nin başlangıcı
sayıldı.
Yumuşama Döneminde SALT-I Anlaşması'ndan sonra nükleer
silahsızlanma konusunda birçok anlaşma imzalandı.
Bu anlaşmaların en önemlisi 1979'da ABD ve SSCB arasında
Viyana'da imzalanan SALT-II Antlaşması ile uzun menzilli nükleer
silahlar sınırlandırıldı.
Ancak SSCB'nin 1979'da Afganistan'ı işgali nedeniyle ABD
kongresi bu antlaşmayı onaylamadı.
3. Helsinki Konferansı (1 Ağustos
1975)
Bloklar arasındaki ilişkilerde yumuşama sürecine girilmesi
üzerine Doğu Bloku ülkeleri, Avrupa'da güvenlik ve iş birliğini güçlendirmek
amacıyla bir konferans toplanması önerisini sundu.
Bloklar arasında bazı sorunların çözümlenmesi üzerine Batılı
ülkeler bu öneriyi olumlu cevap verdi. (Arnavutluk dışında)
Bloklar ve devletler arasında sürekli görüşme sağlanarak
uluslararası ilişkilerde yumuşama politikası hakim oldu. Demokrasi, temel hak
ve özgürlükler alanında da önemli gelişmeler kaydedildi.
HELSINKI NIHAİ SENEDİ (1
Ağustos 1975)
Konferansa katılan devletler:
Her devletin hukuk eşitliği, toprak bütünlüğü ile özgürlük
ve siyasi bağımsızlık hakları da dahil olmak üzere karşılıklı olarak
birbirlerinin tüm egemenlik haklarına saygı gösterirler.
Aralarından her birinin siyasi, toplumsal, ekonomik ve
kültürel sistemini özgürce seçme ve geliştirme hakkına olduğu kadar, yasa ve
tüzüklerini saptama hakkına da saygı gösterirler.
B. YUMUŞAMA DÖNEMİ
ÇATIŞMALARI
1. Çatışmalarda ABD ve
SSCB'nin Rolü
1960’lı yılların başlarında Bloklar arasındaki ilişkilerde
yumuşama başlamışsa da SSCB ile ABD; Küba ve Vietnam gibi uzak bölgelerde
mücadelelerini sürdürdü.
Bu bölgelerdeki grupların iktidar mücadelelerini kendi
çıkarları doğrultusunda destekleyen SSCB ve ABD rekabetlerini
sürdürmüşlerdir.
Bununla birlikte ABD ve SSCB öncülüğünde nükleer silahları
sınırlandırmak için uluslararası anlaşmalar da imzalanmıştır.
2. Küba Buhranı
Küba'da Fidel Castro 1959'da Batista
diktatörlüğünü yıkıp yönetimi ele geçirmiş, ekonomiyi millileştirme kararı
almıştı.
Küba'da faaliyet gösteren ABD şirketlerinin faaliyetlerinin
kısıtlanması, ABD ekonomisini olumsuz etkiledi. ABD'nin Castro yönetimini
yıkmak amacıyla muhalifleri desteklemesi, Küba'yı SSCB'ye yaklaştırdı.
Bunun üzerine SSCB 1962 yılı başında Küba'ya füze
yerleştirmeye başladı. Bu füzelerin ABD topraklarının büyük bir kısmını
vurabilecek menzile sahip olması ABD'nin tepkisine yol açtı.
ABD'nin Küba'daki füzelerin sökülmesi isteğine SSCB'nin
olumsuz cevap vermesi sonucunda ABD Donanması Küba kıyılarını kuşattı.
SSCB, meseleyi BM Güvenlik Konseyine taşımakla
birlikte savaş gemilerini de bölgeye gönderdi. ABD ve SSCB'nin bu tavrı ,durumu
daha da gerginleştirirken bir nükleer savaş ihtimalini ortaya çıkardı.
Nükleer savaş ihtimali karşısında ABD ve SSCB geri adım
atmak zorunda kaldı.
SSCB, Türkiye'deki ABD'ye ait Jüpiter füzelerinin
sökülmesi karşılığında Küba'daki füzeleri sökebileceğini bildirdi.
ABD'nin öneriyi kabul etmesi sonucunda karşılıklı füze
sökümü ile Küba Buhranı çözüldü .
Küba Buhranının çözülmesi ile Doğu-Batı arasında diyalog
süreci başlarken, silahsızlanma konusunda da önemli gelişmeler sağlandı. ABD ve
SSCB politik ve askeri alanda
dengeye ulaştıklarını anladı. Bu durum bir çatışmayı önlediği gibi
Bloklar arası ve devletler arası ilişkilerde değişimin başlangıcı oldu.
3. Vietnam Savaşı
Daha önce Fransa'nın sömürgesi durumundaki Vietnam, 1954
yılında imzalanan Cenevre Anlaşması ile Kuzey ve Güney Vietnam adı
altında bağımsız devletler durumuna gelmişlerdi.
Cenevre Anlaşması'na göre 1956'da yapılacak seçimlerle
Kuzey ve Güney Vietnam birleşecekti.
Güney Vietnam yönetimi, birleşme seçimlerine katılmadı.
Komünist olan Kuzey Vietnam yönetimi ise 1957'de Güney Vietnam yönetimini
değiştirerek birleşmeyi sağlamak için gerilla savaşına başladı. Buna karşılık
Güney Vietnam ABD'den yardım istemek zorunda kaldı.
ABD devreye girerek kendi güvenliğini ve milli
menfaatlerini gerekçe göstererek Güney Vietnam'a ekonomik ve askeri yardım
yapacağını dünya kamuoyuna duyurdu.
1964 Ağustosunda Kuzey Vietnam donanmasına ait gemiler Tokin
Körfezi'nde ABD donanmasına saldırdı.
Bu gelişme üzerine ABD, 1965 Şubatında Kuzey Vietnam'da
askeri hedefleri bombalayarak savaşı başlattı.
Kuzey Vietnam birliklerinin güneye girmesi üzerine ABD,
Güney Vietnam'a 1965 Mayısında 80.000 asker gönderdi. Sayı daha sonra 600.000'e
çıkartıldı.
Vietnam'a asker gönderilmesi ABD'de özellikle büyük
şehirlerde ve üniversitelerde protesto gösterilerine sebep oldu. Gösterilerin
yaygınlaşması ABD kongresinin savaşa karşı tutum değiştirmesine yol açtı.
Batılı müttefiklerin de savaşı onaylamaması ABD yönetiminin
işini daha da zorlaştırdı.
ABD Vietnam'da hedeflediği başarıyı gösteremedi ve bir
çıkmaz içine girdi.
MUHAMMED ALİ VE VİETNAM SAVAŞI
1967'de Vietnam
Savaşı en kanlı dönemindeydi ve Amerika bölgeye asker göndermeye devam
ediyordu. Askere çağrılanlar arasında Muhammed Ali de vardı. Muayeneden geçen
Ali yemin etmeyi reddetti ve Vietnam'a gitmeyi istemediğini açıkladı.
Ayrıca Vietkonglar (Kuzey
Vietnamlılar) bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım
şeklindeki tarihi sözünü söyledi. Beş yıl hapis cezasına da çarptırılan Muhammed
Ali üç buçuk yıl boyunca resmi bir maç için ringe çıkamadı.
Amerikan kamuoyunun
Vietnam Savaşı'na bakışı değişince lisansı geri verildi ve spor yaşamı tekrar
başladı.
Yeni başkan Nixon, ABD askerlerini Vietnam'dan çıkarma
kararı aldı. ABD askerleri geri çekilirken saldırılarını da şiddetlendirdi.
Amaç Vietnam'ı barışa zorlamaktı.
Vietnam Barışı Paris’te 27 Ocak 1973'te imzalandı. SSCB ve
Çin'in ABD ile politik yakınlaşması antlaşmanı imzalanmasında etkili oldu.
Antlaşmaya göre: ABD kuvvetleri Vietnam'dan çekilecek,
esirler karşılıklı geri verilecek, Kuzey ve Güney Vietnam arasında yapılacak
müzakerelerle birleşme gerçekleştirilecekti.
ABD, savaş alanına 7 milyon ton bomba attı. Bombalar 20
milyon krater izi bıraktı. Vietnam toprakları, uzun yıllar üzerinde hiçbir
bitki yetişmeyecek duruma geldi. 1975'te Kuzey Vietnam'ın Güney Vietnam' i ele
geçirmesiyle 1976'da iki devlet birleşerek Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti adını
aldı.
4. Keşmir Meselesi
İngiltere'nin 1947 Ağustosunda bölgeden çekilmesiyle burada
Pakistan ve Hindistan adı ile bağımsız iki devlet kurulmuştu. Bu
iki devlet bağımsızlıklarından itibaren birbirleriyle sorunlar yaşamışlardır.
Çatışmaların en önemli nedeni Hindistan, Pakistan,
Afganistan ve Çin'in kesişme noktasında yer alan, verimli topraklara ve yer
altı zenginliklerine sahip olan Keşmir'dir.
Pakistan, Keşmir halkının büyük çoğunluğunun
Müslüman olmasından dolayı buranın kendisine ait olması gerektiğini
belirtmekteydi. Hindistan ise Keşmir Mihracesi'nin kendi
topraklarıyla birleşme kararından dolayı burada hak iddia ediyordu.
Bu nedenlerle iki devlet 1948'de ilk kez savaştı.
Birleşmiş Milletler araya girdi ve Keşmir'de halk
oylaması yapılması şartıyla ateşkes sağlandı. Bu çatışmada Pakistan,
Keşmir'in küçük bir kısmını ele geçirirken büyük kısmını Hindistan almıştı.
Hindistan, BM kararına rağmen bugüne kadar elinde tuttuğu
Keşmir topraklarında halk oylaması yapmamıştır.
Keşmir meselesi iki devletin dış politikasını
da etkiledi. Kuruluşundan itibaren bağlantısızlık politikası izleyen Hindistan,
SSCB ile yakınlaşarak bu devletin desteğini aldı. Buna karşılık Pakistan, Batı
yanlısı bir politika takip ederek 1954'ten itibaren ABD'den askeri yardım
almaya başladı.
Pakistan'ın1955'te Bağdat Paktına üye
olmasıyla da SSCB, iki devlet arasındaki tüm anlaşmazlıklarda Hindistan'ın
yanında yer aldı.
1959'da Çin'in Tibet'i işgali Hindistan ile çatışmasına
sebep oldu.
Pakistan da bu
süreçte Çin ile yakınlaşarak Keşmir
meselesinde bu devletin desteğini aldı ve uluslararası alanda dengeyi sağlamaya
çalıştı.
1963 sonlarından itibaren Keşmir'de Hindularla Müslümanlar
arasında başlayan çatışmalar, Ağustos 1965'te savaşa dönüştü. BM Güvenlik
Konseyinin çağrısı ile savaş durduruldu.
Tarafların ateşkesi kabul etmesinde Çin'in Hindistan'a
karşı sert tutum alması büyük rol oynamıştır.
Çin, Hindistan üzerindeki baskısını artırınca Uzak Doğu'da
dengeleri korumak isteyen ABD, Hindistan'ın yanında yer aldı. Bu süreçte SSCB,
Çin ile uzlaşma yolu arayarak Keşmir meselesinde tarafsız kalmaya çalıştı.
Pakistan ile Hindistan SSCB'nin aracılığı ile 10 Ocak
1966'da Taşkent Deklarasyonu'nu imzalayarak 1965'teki savaştan önceki
sınırlara çekilmeyi ve anlaşmazlıklarını barışçı yollarla çözmeyi kabul etti.
Fakat Keşmir meselesi Pakistan-Hindistan münasebetlerinde
çözümlenemeyen bir sorun olarak günümüze kadar geldi.
5. Afganistan'ın SSCB
Tarafından işgali
Afganistan XIX. yüzyılda kuzeyden Rusya’nın, güneyden
İngiltere'nin yayılmacı politikalarının hedefi oldu. İki devlet, 1885'te
yaptıkları bir antlaşma ile Afganistan üzerinde denetim bölgeleri oluşturdular.
Afganların İngilizlere karşı başlattıkları mücadele
neticesinde 1919'da bağımsızlıklarını kazanırken kralIık yönetimini kurdular.
Krallık idaresi 1973 yılında cumhuriyetin ilanı ile son buldu.
Yönetim giderek diktatörlüğe dönüşürken ülkede sosyal
huzursuzluklar ve ekonomik sıkıntılar yaşandı.
Bu zor şartlar altında 1978 yılında SSCB ile Afganistan
arasında "Dostluk, iyi Komşuluk ve iş Birliği Antlaşması"
imzalandı. Bu antlaşma ile taraflar, 20 yıl süreyle ülkelerinin güvenliğini,
bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için birbirleri ile dayanışma
içinde olmayı ve karşılıklı olur ile gerekli tedbirleri almayı kararlaştırdılar.
1978 yılı sonlarına doğru Afganistan'da halkın SSCB yanlısı
yönetime karşı direniş hareketi başlatması üzerine iktidarda bulunanlar
SSCB'den askeri yardım istedi.
İki devlet arasında imzalanan dostluk antlaşması gereği
SSCB'den çok sayıda uzman ve asker Afganistan'a geldi.
Bu arada ülkede iktidar mücadelesi sürdü. Bu gelişmeler
üzerine SSCB, 27 Aralık 1979'da gönderdikleri ek kuvvetlerle
Afganistan'ı işgal etti.
SSCB'nin Afganistan'ı ele geçirerek Basra Körfezi ve Orta
Doğu petrolleri istikametinde önemli bir ilerleme kaydetmesi dünyada büyük
tepkiye yol açtı ve birçok devlet tarafından kınandı.
Çin, daha sonra da Pakistan meseleyi BM'ye taşıdı. ABD ise
SSCB ile yaptığı SALT-II Anlaşmasını onaylamamış ve Afgan mücahitlerine
yardıma başlamıştır.
Sovyet işgaline karşı halk direniş hareketine geçti. "Afgan
mücahitleri" özellikle kırsal alanın büyük bölümünü kontrolleri altına
aldılar.
Mücahitler kısıtlı imkanlarına rağmen hem Sovyet hem de
hükümet askerlerine karşı başarılı mücadele verdiler. Bu arada üç milyon Afgan
mülteci, Pakistan'a sığındı.
Bu gelişmeler üzerine Çin,
İran, Pakistan, Arap devletleri ve Batılı
devletlerin SSCB'ye tepki göstermesi BM'yi harekete geçirdi.
Aynı zamanda Pakistan ve Suudi Arabistan'ın öncülüğünde
İslamabad'da olağanüstü İslam Konferansı toplandı. Ancak istenilen sonuç elde
edilemedi.
1982'de Afganistan sorununu çözmek üzere BM gözetiminde
Afganistan, Pakistan, ABD ve SSCB'nin katılımıyla görüşmeler başladı. Uzun
süren görüşmelerden sonra 14 Nisan
1988'de Cenevre'de Afganistan sorununa son veren anlaşma
imzalandı.
SSCB askerleri 1988-1989 yılı içerisinde Afganistan 'dan çekildiler. Bu arada, "mücahit"
gruplar birleşerek bir hükümet kurdular. Ancak bu gelişmelerle birlikte gerekli
istikrar sağlanamadı. Afganistan'da bu defa iktidar için iç çekişmeler başladı.
Bu gelişmeler üzerine Çin,
iran, Pakistan, Arap devletleri ve Batılı devletlerin SSCB'ye tepki
göstermesi BM'yi harekete geçirdi.
Aynı zamanda Pakistan ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde
İslamabad'da olağanüstü İslam Konferansı toplandı. Ancak istenilen sonuç elde
edilemedi.
1982'de Afganistan sorununu çözmek üzere BM gözetiminde
Afganistan, Pakistan, ABD ve SSCB'nin katılımıyla görüşmeler başladı. Uzun
süren görüşmelerden sonra 14 Nisan
1988'de Cenevre'de Afganistan sorununa son veren anlaşma
imzalandı.
SSCB askerleri 1988-1989 yılı içerisinde Afganistan 'dan çekildiler. Bu arada, "mücahit"
gruplar birleşerek bir hükümet kurdular. Ancak bu gelişmelerle birlikte gerekli
istikrar sağlanamadı. Afganistan'da bu defa iktidar için iç çekişmeler başladı.
C.
BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMA
2. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgelerde ortaya çıkan
bağımsızlık hareketleri, uluslar arası ilişkilere etki eden yeni bir gücün
ortaya çıkmasına sebep oldu.
Doğu ve Batı Bloklarının dışında bağlantısız olarak kendini
ifade eden bu gücün önde gelen devletleri Kore Savaşı sırasında
bağlantısızlığını ilan eden Hindistan, Yugoslavya ve Mısır'dı.
Bandung
Konferansı: Sömürgeciliğe karşı halkların kendi kaderlerini belirleme
haklarını benimseyen Asya ve Afrika'dan yirmi dört ülke, ilk kez Endonezya'nın,
Bandung kentinde bir araya gelmişlerdir (1955).
Konferansın amacı, bağımsızlığına yeni kavuşan Afrika ve
Asya ülkelerinin ABD ve SSCB gibi iki büyük nükleer güç karşısında varlıklarını
korumak için birlik ve dayanışmalarını sağlamaktı.
Bandung Konferansı'nda alınan kararlar içinde en
etkili olanı, 1954 Temmuzunda Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı ile Hindistan
Başbakanı arasında kabul edilerek ilk defa dünyaya tanıtılmış olan "barış
içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi "üzerinde varılan anlaşma idi.
Barış içinde bir arada yaşama'nın beş ilkesi:
1. Siyasi bağımsızlık,
2. askeri ittifaklara katılmama,
3. kendi topraklarında başka devletlere
askeri üsse izin vermeme,
4. ikili ittifaklara girmeme,
5. milli kurtuluş savaşlarını
desteklemedir.
1955 Bandung Konferansı,
bir başlangıç olması ve üyelerinin farklı siyasi yapıları ve
uluslararası bağlantıları olması sebebiyle Doğu ve Batı Blokları karşısında yer
alabilecek yeni bir anlayış ve ortak bir hareket oluşturamadı.
Ancak milletlerarası politikada bir “Bağlantısızlık"
akımını ortaya çıkardı.
Bandung Konferansı tam bir birliktelik meydana
getirememesine rağmen Asya ve Afrika ülkeleri arasında dayanışma düşüncesi
oluşturdu.
Belgrat
Toplantısı: Bağlantısızlık hareketinin ilk teşkilatlı toplantısı
Yugoslavya lideri Tito ile Mısır lideri Nasır'ın öncülüğünde 1961 'de
Belgrat'ta 25 bağlantısız ülkenin katılımıyla yapıldı.
Toplantının sonunda 27 maddelik bir "Deklarasyon"
ile ABD ve SSCB'ye hitaben bir "Barış çağrısı"
yayınlandı. Bu toplantı, bağlantısızlık hareketini resmen başlattı.
Deklarasyonda her türlü kolonicilik ve sömürgeciliğe karşı
geliniyor, sömürgelerin bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi isteniyordu.
Özellikle Kongo, Angola ve Cezayir'in bağımsızlık
hareketleri desteklenirken Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırk ayırımına karşı
çıkıldı.
Filistinlilerin tüm haklarının tanınması, yabancı
üslerin kaldırılması, genel ve tam bir silahsızlanma, bütün nükleer silahların
yasaklanması, büyük devletlerin en kısa zamanda bir silahsızlanma anlaşması
imzalamaları ve Çin'in BM'ye kabul edilmesine çalışılması
kararlaştırıldı.
Barış çağrısında ise, Konferansın o günkü milletlerarası
durumdan duyduğu kaygı ve endişe ifade ediliyordu.
Mısır Bağlantısızların ikinci toplantısı, 5-10 Ekim 1964'te
Mısır'da yapıldı. Toplantı sonunda "Barış ve Milletlerarası iş
Birliği Programı" yayınlandı.
Bu program, bütün ülkelerin nükleer silahlardan
vazgeçmesini, bütün yabancı üslerin tasfiyesini, devletlerin birbirlerinin iç
işlerine karışmamalarını, yeni sömürgecilik ve emperyalizme karşı çıkılmasını
ve bu arada da Kıbrıs'a self-determinasyon hakkının tanınmasını
istiyordu.
Lusaka
Zirvesi: Bağlantısızların üçüncü toplantısı, "zirve"
toplantısı olarak, 8-10 Eylül 1970'te Zambiya'nın başkenti Lusaka'da
yapıldı ve bu toplantıya 54 ülke katıldı. Alınan kararlar daha öncekilere
benzer nitelikteydi.
Bağlantısızlar, günümüze gelinceye kadar milletlerarası
politikaya ve onun güncel meselelerine tesir etmeye ve gelişmelere kendi
düşüncelerine göre istikamet vermeye yönelik kararlar aldılar.
Küba
Zirvesi: Bağlantısız ülkelerin 4. zirvesi 2006'da Küba'da
118 ülkenin katılımıyla gerçekleşmişti. Bağlantısızlar Birleşmiş Milletler
üyelerinin yaklaşık üçte ikisini temsil ederken dünya nüfusunun % 55'ini
oluşturmaktadırlar.
Uluslararası ilişkilerde Batı Bloku ve Doğu Bloku dışında
kalan devletler grubu "Üçüncü Dünya” olarak adlandırıldı.
Bağlantısızlar adı da verilen bu Üçüncü Dünya ülkelerinin
1950'lerin ortalarıyla
1990'ların başına kadar tarihi işlevleri oldu. Bu işlevler:
Bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin aralarında siyasi, ekonomik, kültürel iş
birliği kurarak bölgesel birlikler oluşturmak ve olumlu tarafsızlık olarak
nitelendirilebilir. 1960 yılında Birleşmiş Milletlerin "Sömürge Altındaki
Ülke ve Halklara Bağımsızlık verilmesine ilişkin Bildiri"yi kabul
etmesinde etkili oldu.
"Bağlantısızlık Hareketi" Doğu ve Batı
Blokları dışında kalan çeşitli oluşum ve teşkilatların doğmasına imkan sağladı.
JAWAHARLAL NEHRU
Nehru bir Brahman ailesine mensuptu. İngiltere'de doğa
bilimleri ve hukuk öğrenimi gördü. 1912'de Hindistan'a döndü.
Sömürge yönetimine karşı pasif direnişteki halka İngiliz
polisinin ateş açması Nehru'nun hayatında bir dönüm noktası oldu. "Hindistan
Ulusal Kongresi" adlı siyasi partinin başkanı olarak Nehru, Hindistan
halkının amacının tam bağımsızlık olduğunu savundu.
1942'de İngilizlere karşı düzenlenen "Hindistan'ı
Terk Edin" eylemlerinde Kongre Partisinin önde gelen üyeleriyle
birlikte tutuklandı. 2.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar tutuklu kaldı. 15 Ağustos
1947'de kurulan Hindistan'ın ilk başbakanı oldu ve ölümüne kadar bu görevde kaldı.
D.
ARAP İSRAİL SAVAŞINDA BÜYÜK DEVLETLERİN POLİTİKALARI
1948
Arap- İsrail Savaşı :
Taraflar: Mısır,
Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak ve İsrail
arasında
Nedeni: BM kararıyla
Filistin topraklarında İsrail’in kurulması Sonuçları:
1. İsrail başarılıdır. BM aracılığı ile 1949’da ateşkes
imzalandı. Çok sayıda Filistinli mülteci oldu.
2. ABD, İngiltere ile birlikte savaşta Filistin’e silah
sevkiyatını durdurmak için ambargo uyguladı.
3. SSCB,Savaş sırasında İsrail’in yanında yer alarak bu
ülkeye silah sevk etti.
4. İngiltere, Araplarla gerginleşen siyaseti İsrail’in
kurulmasından sonra iyice bozuldu. ABD ile birlikte hareket etti. 1952’de
itibaren etkinliği azaldı.
5. Fransa,
II. Dünya Savaşı’nda sonra iç ve dış sorunları
nedeniyle Orta Doğu’da aktif siyaset izleyemedi.
1956
Mısır-İsrail Savaşı
Taraflar: Mısır ile Fransa ve İngiltere’nin desteğini alan
İsrail
Nedenleri: Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi ve
Filistinlilerin mülteci duruma düşmesi
Sonuçları:
·
Mısır yenildiyse de
BM kararları gereği Fransa ve İngiltere Mısır’da çıkarıldı.
·
İsrail sınırları
savaş öncesine çekildi.
·
Bölge ABD ve SSCB
rekabet alanı oldu.
·
ABD, SSCB’nin güçlenmesine karşı İngiltere ve Fransız ortak saldırısına karşı
çıktı. Mısır’ın boşaltılmasında etkisi oldu.
·
SSCB,Orta Doğu’da
İsrail’i destekleyen Batılı devletlerin karşısında Arapların yanında yer aldı. Mısır’a
silah sattı. Orta Doğu’da önemli konuma geldi.
·
İngiltere ve Fransa, Bölgenin güvenliğini sağlamak gerekçesiyle ABD ve
SSCB tarafından kuvvetleri Mısır’dan çektirildi.
1967
Arap ve İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı)
Taraflar:
Mısır, Suriye ve Ürdün ile İsrail
Nedenleri: Mısır’ın Akabe limanını İsrail’e kapatması FKÖ’nün(Filistin
Kurtuluş Örgütü) kurularak Ürdün’e
yerleştirilmesi
Sonuçları:
1.
İsrail; Doğu Kudüs, Golan tepeleri, Sin
a yarımadası ve Gazze’yi ele geçirerek topraklarını dört kat genişletti. İsrail
Tiran Boğazını geçerek Süveyş Kanalına ulaştı.
2.
ABD, Orta
Doğu’da üstünlüğü SSCB’ye kaptırma endişesiyle barışı sağlamada aktif rol
oynadı. Ama BM’de İsrail yanlısı politika izledi.
3.
SSCB, Etkisini artırdı. Suriye, Mısır ve Cezayir ‘de deniz üsleri kurarak
Akdeniz’de güçlendi.
1973
Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı)
Taraflar:
Mısır ve Suriye ile İsrail
Nedenleri:
Altı gün savaşlarında Mısır ve Suriye’nin
kaybettikleri toprakları geri almak istemeleri
Sonuçları:
1.
İsrail başarılı oldu. 1974'te Mısır ile
İsrail arasında imzalanan antlaşma ile Süveyş Kanalı'nın tamamı Mısır hâkimiyetine
bırakıldı.
2.
Mısır, Sina'daki toprağının bir bölümünü
İsrail'den geri aldı.
3.
Camp David Antlaşmalarına giden yol açıldı.
4.
Barış görüşmelerinde öncü olan ABD'nin
Orta Doğu’daki etkisi arttı.
5.
Arap ülkelerinin Batılı devletlere
petrol ambargosu koyması petrol krizine yol açtı.
6.
ABD,
SSCB ile birlikte hareket etti.
7.
ABD, İsrail’e baskı yaparak savaştan alıkoymaya çalıştı. Daha sonra İsrail '
e silah
gönderdi. Savaşın sonunda SSCB'nin bölgedeki etkinliğini azaltmak amacıyla barış
antlaşmalarının imzalanmasına öncülük
yaptı (1974'te Sina
ve 1978'de Camp David).
8.
ABD,
bu anlaşmalarla Mısır'la olan ilişkilerini geliştirdi.
9.
Suriye
ve Mısır' ı yatıştırmaya çalıştı. İsrail’in Suriye cephesinde iler1emesi üzerine savaşın derhal
durdurulması konusunda ABD 'ye çağrıda bulundu ve BM'de Arapları destekledi.
10.
Bazı Arap devletleri üzerinde etki sahibi olarak dolaylı
da olsa, Akdeniz'e inebilme politikasını belli ölçüde gerçekleştirdi.
Mekik Diplomasisi
1973 Arap İsrail
Savaşı BM’nin kararı doğrultusunda sona
ermesine rağmen barış sağlanamadı. Barışın kalıcı olması için ABD Dışişleri
bakanı Henry Kissinger, Tel Aviv ile diğer Arap başkentleri arasında “shuttle
diplomacy” (Mekik Diplomasisi) adını alan bu ziyaretler sonucu Mısır ve İsrail
arasında askeri nitelikli çekilme antlaşması ile Suriye-İsrail antlaşmaları
imzalanarak barışa giden yol açıldı. ABD’nin Orta Doğu barışındaki taktiği
barışa adım adım ilerlemekti. Bu çalışmalar Camp David Antlaşmalarında da yol
açtı.
Camp
David Antlaşmaları’nda Filistin’le
ilgili şu karar alındı:
Gazze ve Batı
Şeria’da yaşayan Filistinlilere İsrail, Mısır ve Ürdün’ün kararına göre
özerklik verilecek
Camp David Anlaşmasına tepki gösteren Arap
ülkeleri, Mart 1979'da Bağdat'ta toplanarak Mısır'ın bu anlaşmayı feshetmesini,
Filistin meselesinde ortak hareket edilmesini ve bağımsız bir Filistin
Devleti'nin kurulmasını kararlaştırdı.
Camp David Anlaşması'nda çerçevesi belirlenen Mısır-İsrail
Barış Antlaşması, planlanan sürede imzalanamadı.
Özellikle İsrail ve Mısır'ın bu antlaşmanın maddelerini
kendine göre yorumlaması, İran'da gerçekleşen rejim değişikliği ve ABD'nin
tutumu, süreci sonlandırdı.
26 Mart 1979'da karşılıklı toprak bütünlüğü ve bağımsızlık
düşüncesine saygı duymayı esas alarak bugünkü İsrail-Mısır sınırlarını çizen
"İsrail-Mısır Barış Antlaşması" Washington'da imzalandı.
Bu antlaşma, İsrail'in, güneyde güvenliğini garantilerken
Mısır'ın Arap dünyası ile ilişkilerinin kopmasına yol açtı. Arap ülkelerinden
Mısır'a yapılan ekonomik yardım kesilirken ABD, Mısır'a ekonomik yardımda
bulundu.
İsrail 27 Nisan 1982'de Sina'dan tamamen çekildi. Bu
gelişmeler Orta Doğu'da ABD aleyhtarlığını artırırken Suriye gibi bazı ülkeleri
SSCB'ye yakınlaştırdı.
Bu barış antlaşması, İsrail'in muhtariyet vaadedilen Batı
Şeria'da devamlı olarak Yahudi yerleşim merkezleri kurması, Kudüs'ü
başkent yapması, Golan Tepelerini ilhak ettiğini açıklaması ile
amacına ulaşamamış ve bölgedeki gerginliğin artmasını engelleyememiştir.
ARAP BIRLIĞİ’NİN CAMP DAVİD
ANLAŞMALARINA TEPKİSİ
Camp David Anlaşmalarına Avrupa Topluluğu
destek verirken SSCB ve Arap ülkeleri tepki gösterdi.
Suriye, Cezayir, Libya, Güney Yemen ve Filistin Kurtuluş
Örgütü Mısır'a ekonomik boykot uygulanması, SSCB ile ilişkilerin
geliştirilmesi, ortak bir komutanlık kurulması ve Arap Birliği merkezinin
Kahire'den başka bir yere taşınması kararı aldılar.
2. İslam Konferansı Örgütü
İsrail işgal i altındaki Kudüs'te, 21 Ağustos 1969'da
Müslümanların kutsal yerlerinden olan EI-Aksa Camii'nin kundaklanması ve
camide maddi hasar oluşması İslam dünyasında büyük tepkilere yol açtı.
Ürdün Kralı Hüseyin'in önerisi ile Arap devletlerinin
dışişleri bakanları 25 Ağustos 1969'da
Kahire'de toplanarak bir "islam
Zirvesi" oluşturulması kararı verildi.
22-25 Eylül'de Fas'ın başkenti Rabat'ta Türkiye
dahil 24 ülkenin katıldığı bir "İslam Zirvesi" toplandı.
Zirve sonunda yayınlanan bildiride, İsrail'in Kudüs'ü
boşaltması ve 1967 Haziran savaşında işgal ettiği Arap topraklarından çekilmesi
kararlaştırılırken İsrail'i tanımış olan devletlerin, İsrail ile diplomatik
ilişkilerini kesmeleri istendi.
İslam Zirvesi'nin ikincisi, 1974'te Pakistan'ın Lahor kentinde
yapılmıştır.
Zirvede Filistin ile ilgili alınan kararlar yanında, 1971'de Pakistan'a karşı ayaklanarak
bağımsızlığını ilan eden Bangladeş'in Pakistan tarafından
tanınması da sağlanmıştır.
Böylece İslam Konferansları, İsrail meselesinin dışında,
İslam dünyasının meselelerini tartışıp bu meselelere de çözüm getirmeye çalıştı
.
Teşkilatın 1973'te yapılan Cidde toplantısında üye
ülkelerin maliye bakanları mali teşkilatlanmanın önemini vurguladılar. Ekim
1975'teki toplantıda İslam Kalkınma Bankasının kuruluş planı onaylandı.
EKMELEDDiN İHSANOGLU
İslam Konferansı Teşkilatının ilk Türk genel
sekreteridir.
2005'te İslam
Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliğine seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu halen
aynı görevini sürdürmektedir.
E. ULUSLARASI POLİTİKA’DA
PETROLÜN YERİ
XIX. yüzyılın ortasında ilk kez ABD'de çıkarılmaya
başlanan petrol, kısa süre sonra da Avrupa'ya ihraç edildi. Bu yüzyılın sonunda
Avrupa ülkelerinde ve Rusya' da petrol kullanımı yaygınlaştı.
Petrolün motorlu araçlarda kullanılmaya başlanması önemini
daha da arttırdı.
Orta Doğu'da petrol, ilk olarak I. Dünya Savaşı öncesinde
bulundu. İngiltere Osmanlı Devleti'nin topraklarında petrol arama
faaliyetine girerek petrol ticaretini kontrol etmeye çalıştı.
Petrol
bazı politikalara olan etkisi
·
Almanya, Bağdat-Berlin demiryolu ile
bölgedeki petrol yataklarını kontrolü altına almak istemesi
·
Savaş sonrasında Batılı devletlerin mandacılık
sistemi ile ABD ise petrol şirketleri aracılığı ile bölge üzerinde etkili
olmaya çalışması
·
Hitler'in SSCB'yi işgal etmek istemesindeki
etkenlerden birisi de Kafkasya'daki, petrol yataklarıdır
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Doğu üzerinde hâkimiyetlerini
yitirmeye başladığını anlayan Batılı devletler petrol şirketleri aracılığıyla
etkinliklerini devam ettirmeye çalıştılar.
Batılı şirketlerin petrol üzerinde denetim kurmak
istemeleri ve bazı devletlerin ucuz petrol satmaları üzerine olumsuz etkilenen
petrol üreticisi ülkeler, Ağustos 1960'ta OPEC'i
(Organization Petroleum Exporting Countries –Petrol İhraç
Eden Ülkeler Teşkilatı-) kurdular. OPEC'in amacı petrol fiyatlarını yüksek seviyeye çıkarmak ve üretici
ülkeler arasında teknik konularda iş birliğini sağlamaktı.
OPEC
9-14 Eylül 1960
tarihleri arasında Bağdat’ta toplanan bir konferans sonucunda kuruldu.
Kurucu üyeler; S. Arabistan, İran, Kuveyt, Irak ve
Venezüella’dır. Kuruluşa sonradan Katar, Libya, Endonezya, Ekvador, BAE
katılmıştır.
Üyeler arası tam bir fiyat anlaşması sağlanamadı. Petrol
rezervi az olan üye ülkeler fiyatların artırılmasını isterken rezerv zengini
olan ülkeler ise buna karşı çıktılar.
Petrol üretimini daha pahalıya mal ettiği için düşük
fiyatta petrol satışından zarar gören ABD'nin petrol şirketlerine destek
vermemesi, OPEC'in başarılı olmasında etkili oldu.
OAPEC (Petrol ihraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı )
Bu arada 1967
(Altı Gün Savaşı) Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra petrolün İsrail'e karşı
siyasi bir silah olarak kullanılmasını sağlamak için OAPEC (Organization of
Arab Petroleum Exporting Countries -Petrol ihraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı-)
kuruldu.
Ancak Arap ülkeleri arasında dayanışmanın sağlanamaması ve
Batılı ülkelerin OAPEC dışındaki ülkelerden petrol satın alması OAPEC'in
istediği sonucu alamamasına sebep oldu.
Ekim 1973'te Arap-İsrail savaşından sonra OAPEC tarafından
petrol fiyatlarının yükseltilmesiyle yaşanan petrol krizi hız kazandı.
Bu durum özellikle Batı
Avrupa ve Japonya'da paniğe yol
açtı.
Japonya 22 Kasımda İsrail'e karşı tavır aldı. İngiltere 1973
Arap-İsrail Savaşı'nda Orta Doğu ülkelerine uygulamaya başladığı silah
ambargosunu kısa bir süre sonra kaldırarak sadece İsrail ile sınırlı tuttu.
Suudi Arabistan’ın İsrail'e destek veren ABD ve Hollanda'ya karşı uyguladığı petrol ambargosu özellikle ABD'nin
Orta Doğu politikasını değiştirmedi.
Hatta ABD, bu politikanın Batı'nın sanayisine ciddi
zararlar vermesi halinde Basra Körfezi bölgesine bir silahlı müdahale
ihtimalini belirterek oldukça sert bir tepki verdi.
1974'te enerji ve özellikle petrolün sağlanmasında,
kullanılmasında iş birliği ve ortak planlamayı gerçekleştirmek amacıyla Avrupa
iktisadi iş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) çerçevesinde "Milletlerarası
Enerji Ajansı" (international Energy Ageney) kuruldu.
1973-1974'ten itibaren OPEC
ülkelerinin ham petrol fiyatlarına her altı ayda bir
zam yapmaları, petrol üretimin azaltılmasından endişe duyan Batı'nın
sanayileşmiş ülkeleri tarafından kabullenildi.
Buna karşılık sanayileşmiş ülkeler, petrol fiyatlarını
kendi sanayi mamullerine ve teknolojilerine yansıtarak yine bu ülkelere
sattılar.
Ayrıca petrol
üreten ülkelerin petrol satışından elde edilen gelirleri Batı
bankalarında değerlendirmesi, sanayileşmiş ülkelerin petrol zamlarından
etkilenmesini engelledi.
Ancak Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan
ülkeler, artan petrol fiyatlarından olumsuz etkilendiler.
F. İRAN-lRAK SAVAŞI
(1980-1988)
1. Irak'ta Rejim Değişikliği
1920 San Remo Konferansı'nda manda yönetimi kurulan
Irak'ta 1921'de Meşruti Krallık kuruldu.
1932'de Milletler Cemiyetine bağımsız bir devlet olarak
katıldı. 1933'te Kral Faysal'ın ölümünün ardından ülkede dini ve etnik
çatışmalar arttı.
2. Dünya Savaşı öncesi dünyadaki gelişmeler Orta Doğu'da
yeni oluşumlar için zemin hazırladı. 1934'te Türkiye'nin de üye olduğu Sadabat
Paktına katılan Irak, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD ve Batılı devletlere paralel
politikalar izleyerek Bağdat Paktı (1954) içinde yer aldı.
1958'de yapılan bir askeri müdahale sonucu ülkede monarşi
rejimi yıkılarak cumhuriyet ilan edildi. Irak rejim değişikliğinden sonra
Bağdat Paktından çekildi.
Baas Partisi 1968'de Irak'ta yönetimde söz
sahibi oldu, SSCB ile yakınlaşarak bu ülkeden ekonomik ve askeri yardım almaya
başladı. Bu durum Batı'ya dönük bir politika takip eden İran ile arasındaki
ilişkileri zayıflattı.
Diğer taraftan, 1970'te İngiltere'nin Basra
Körfezi'nden çekilmesinden sonra İran'ın, buraya tek başına hakim olmak
istemesi iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi.
Baas Partisinin 1972'de, SSCB ile imzaladığı dostluk
antlaşmasıyla beraber bu ülkeden silah satın almaya başlaması İran'ı tedirgin
etti.
Ancak 1975 Martında Cezayir'in arabuluculuğu ile imzalanan Cezayir
Anlaşması'yla Irak ile Iran arasındaki Şattülarap Su Yolu'nun en
derin yeri sınır kabul edilirken karşılıklı dostluk ve iş birliğinin taahhüt
edilmesi ilişkileri bir süreliğine düzeltti.
Baas Partisi, 1940'ta Şam'da kuruldu. "Yeniden
doğuş" anlamına gelen Baas, Arap sosyalizminin yöntemleriyle Arap
dünyasında bir yeniden doğuş gerçekleştirmeye çalışan siyasi anlayış ve
partilere verilen isimdir.
Baas hareketinin amacı;
1. sosyalist bir sistemle yönetilen,
2. birleşik, laik bir Arap toplumu
kurmaktı.
Özel mülkiyeti güvence altına alan Baas sosyalizmi gelir
adaleti, iç ve dış ticaretin denetimi, toprak mülkiyetinin kamu yararına
sınırlandırılması, madenlerin ve doğal kaynakların millileştirilmesi , planlı
kalkınma, işçilerin işletmelerin yönetimlerine katılması gibi ilkelere
dayanıyordu.
1963'te Irak'ta, iktidara gelen Baas Partisi
1968'de
yapılan darbeyle yönetime tam hakim
oldu. 1979'da ise yeni bir darbeyle Saddam Hüseyin tek
başına yönetime geldi.
2.İran'da Rejim Değişikliği
1925'ten itibaren İran'ı yöneten Pehlevi Hanedanlığı
uygulamalarıyla halk tarafından benimsenmemişti.
Batı kültürünün toplumsal alanda kendini hissettirmesi
halkta memnuniyetsizliğe yol açmıştı.
Bununla birlikte plansız toprak reformu, kırsal nüfusu
yoksullaştırmış köyden kente göçe zorlamıştı.
Ayrıca petrol gelirlerinin silahlanmaya harcanması gelir
dağılımındaki eşitsizliği daha da artırdı. Halkın uygulamalara karşı başlattığı
protestoların yönetim tarafından dikkate alınmaması ayaklanmaya sebep oldu.
1978 yılı başlarında bölgesel nitelikli başlayan ayaklanma, bir yıl içinde halk
hareketine dönüştü.
1979'da sürgündeki lider Ayetullah Humeyni'nin
ülkeye dönmesiyle Iran İslam Cumhuriyeti kuruldu. Yeni yönetim, anayasa
ile halka siyasi haklar tanıyan bir takım değişiklikler yaptı.
İki aşamalı seçimler sonucunda yeni meclis oluşturuldu.
Ülkedeki yeni yapılanma sırasında petrol ihracatının azalması ekonomiyi zor
durumda bıraktı.
İran, dış politikada bağlantısızlık ilkesini benimserken
ABD öncülüğünde kurulan CENTO'dan ayrıldı.
SSCB ile daha önce imzalanan dostluk
antlaşmasının bazı maddeleri tek taraflı feshedildi.
Irak'ın Orta Doğu'da Mısır'dan boşalan güçler dengesini
kendi lehine değiştirmek istemesi ve bu amaçla yayılmacı bir politika takip
etmesi Irak-iran ilişkilerini olumsuz etkiledi.
İRAN DEVRİMİ
Pehlevi Hanedanlığının 54 yıllık (1925-1979)
iktidar dönemi, rejime sadık dostlar yetiştirdiği gibi karşıtlar da
oluşturmuştur.
Bu nedenle Iran devrimi siyasi bakımdan dışlanmışların,
dini bakımdan rahatsız olanların ve gelir dağılımından yeterince pay
alamayanların ortak paydada buluşmaları sonucunda ortaya çıkmıştır.
Iran Devrimi, çarşı esnafı ile köylüyü, üniversite
öğrencisi ile radikal Şii grupları aynı platformda buluşturan bir sürecin
adıdır.
3.
Savaş ve Sonuçları
Iran ile Irak arasında Basra Körfezi ve Şattülarap
Su Yolu üzerinde egemenlik mücadelesi nedeniyle gerginleşen ilişkiler 1975 Cezayir
Anlaşması ile geçici olarak düzeltilmişti.
Camp David Antlaşması'yla Orta Doğu ' da Mısır'ın
etkinliğini kaybetmesi sonucunda ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan
Irak, Arap liderliği için çalışmalar başlattı.
1979'da İran'ın rejim değişikliği sebebiyle yaşadığı iç
sorunlardan yararlanmak isteyen Irak, Basra Körfezi'ne hakim olmak için
harekete geçti. Cezayir Anlaşması'nı feshettiğini açıkladı.
22 Eylül 1980'de Iran topraklarına saldırıya geçerek Basra
Körfezi'ne kadar ilerledi.
Bir süre sonra Iran, savaşta dengeyi sağlayarak Irak'ı n
işgal ettiği bazı toprakları geri aldı. Iran-Irak Savaşı’nda Suriye ve Libya
İran'ı; diğer Arap devletleri ise Irak'ı desteklediler.
ABD, savaşın başlarında tarafsız kalmayı ve iki devletin
toprak bütünlüğünün korunmasını esas aldı.
SSCB savaş sırasında Basra Körfezi'nde
etkili olmak ve Afganistan işgalinde serbest hareket edebilmek için İran'ın
yanında yer aldı.
Avrupa ülkeleri ise tarafsız bir politika izleme kararı
alırken İran'daki rejim değişikliğinden dolayı Irak yanlısı tutum takındı.
ARAP LIDERLIGINE
Irak 1975 Cezayir Antlaşması ile bölgesel güvenliğin
sağlanmasında öne çıktı.
Antlaşmanın hemen ardından Irak Fransa ve SSCB'den silah
alımını hızlandırdı. Bu arada 1978'de Arap Birliği zirvesine ev sahipliği
yaparak hem siyasi prestijini artırdı , hem de Mısır'ın tecrit edilmesine
öncülük etti.
Camp David Anlaşması'yla Mısır'ın Arap dünyasındaki
liderliğinin sarsılması Irak'ı liderlik yapma hususunda harekete geçirdi.
OPEC'in fiyat artırımına gitmesi ile Irak'ın yıllık petrol
geliri 1980'de 26 milyar dolara ulaşmıştı. Böylece Irak, artan siyasi ve
ekonomik gücüyle orantılı olarak uluslararası politikada daha etkin bir rol
üstlenmek amacındaydı.
İRAN GATE OLAYI
Tahran'daki ABD büyükelçiliğinin işgal edilmesi nedeniyle
ABD-iran ilişkileri gerginleşmiş, ardından Eylül 1980'de İran'la Irak arasında savaş
başlamıştı.
Şah döneminde ordusunu Amerikan silahlarıyla donatmış olan Iran, savaş nedeniyle hem yeni silah hem de yedek
parça arayışı içindeydi.
Humeyni rejiminin sıkışınca ABD'den İsrail aracılığıyla i
gizlice silah satın aldığı ve bu olayda Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Yarbay
Oliver North'un önemli bir rol oynadığı ortaya çıktı. 1986'da açılan
soruşturmada North suçlu bulunurken Başkan Reagan'ın sorumluluğu bulunmadığı
sonucuna varıldı.
İrangate olayı ABD'nin çıkarlarını koruyabilmek için İran'a
bile silah satabileceğini , Iran'ın ise siyasi ilişkide bulunmadığı
ABD'den silah alabileceğini gösterdi.
Reel politik her zaman ve her zeminde faaliyetteydi.
1986'da İran'ın Basra Körfezi'ne hakim olmaya başlaması ve
körfeze kıyısı olan ülkelerin petrol satışı yapamaması ABD ve bazı Batılı
devletleri ekonomik açıdan olumsuz etkiledi.
Ayrıca SSCB'nin İran'la yakınlaşarak bölgede güç kazanması
ABD'yi endişelendirdi.
Bu sebeple ABD, Fransa ve İngiltere gibi bazı Batılı büyük
devletler harekete geçerek Basra Körfezi'ne savaş gemileri gönderdiler.
Bu müdahale sonucu Irak, İran'a karşı cephelerde dengeyi
sağladı.
BM'nin kararı ile 6 Ağustos 1988'de ateşkes gerçekleşti ve
savaş sona erdi.
Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi ve ABD'nin bu işgale
müdahale ihtimalinin ortaya çıkması üzerine Irak işgal ettiği iran
topraklarından çekildi.
Böylece iran kaybettiği toprakları geri aldı.
Sekiz yıl gibi uzun süren bir savaş sonucunda iki ülkeden
yaklaşık bir milyon insan hayatını kaybetti.
Savaş sırasında iki devletin birbirlerinin petrol
bölgelerini bombalaması sonucunda 150 milyar dolar civarında bir ekonomik
kaynak yok oldu.
Savaştan sonra iki ülkede de ekonomik sıkıntılar yaşandı.
Kuveyt'in işgalinde, Irak'ın yaşadığı bu ekonomik
bunalım etkili oldu.
İran-Irak Savaşı ile Arap ülkelerinin taraf
olması Arap birliğinin bozulmasına ve İsrail'in Orta Doğu'da daha
serbest hareket etmesine zemin hazırladı.
Bazı devletler tarafsız olmalarına rağmen bu iki devlete
silah satarak önemli bir gelir elde etmiş oldu.
G.YUMUŞAMA DÖNEMİNDE DÜNYA
1. Ekonomi
II. Dünya Savaşı sonrasında bilim ve teknolojideki
ilerlemelerin sanayide kullanılması ile büyük bir verimlilik elde edildi.
Daha önceki dönemlerde lüks sayılan merkezi ısıtma sistemi,
evlere kadar suyun getirilmesi, çamaşır makinesi, telefon ve televizyonun
yaygın olarak kullanılması insan hayatını kolaylaştırdı.
Petrol, elektrik ve otomotiv sektörlerinde önemli üretim
artışı oldu. Sanayideki büyüme, enerji tüketimini artırırken enerji kaynağı
olarak kömürün yerini alan petrol, kimya sanayisinde yeni ürünlerin ortaya
çıkmasını sağladı.
Bu gelişmelerle dünya ekonomisi hızlı bir büyüme dönemi
yaşadı. 1970'lere kadar büyümenin kesintisiz devam etmesi işsizlik oranını da
düşürdü.
Dünya ekonomisindeki büyümeye bağlı olarak talep fazlası
ürünleri pazarlama ihtiyacı reklam sektörünün önemini artırdı.
işlevleri artmaya başlayarak geniş kitlelere ulaşan radyo
ve televizyon bu ürünlerin tanıtımında önemli birer araç haline geldiler.
Uydu teknolojisi sayesinde de televizyon programları
uluslararası bir boyut kazandı .
ilk kez “1964 Tokyo Olimpiyatları” canlı televizyon
yayını ile tüm dünyaya ulaştırıldı.
Uluslararası alanda ticaretin yaygınlaşması bu dönemin
dinamizmini oluşturdu.
Serbest ticaret ve çok uluslu şirketler tarafından yapılan
uluslararası yatırımların gelişmesi ilerlemeyi perçinledi.
Dünya ticaret hacmi de büyük bir büyüme gösterdi.
Uluslararası ticaret hacmi % 7 oranında büyüdü.
2. Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler
Bu dönemde bilimsel ve teknolojik anlamda önemli buluşların
yapılmasında Soğuk Savaş Dönemindeki bloklar arasındaki rekabet önemli bir
etken olmuştu. Özellikle füze sistemlerinin geliştirilmesi iki süper gücü uzay
yarışına itti.
SSCB'nin 1957'de ilk uzay aracı olan Sputnik'i
uzaya fırlatmasından bir yıl sonra ABD, Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesini (NASA)
kurarak ilk uydusunu uzaya gönderdi.
1961 'de Rus kozmonot Yuri Gagarin, Vostok-1 uzay
aracı ile ilk kez uzaya giden insan oldu. 1962'de ABD aynı şekilde karşılık vererek uzayda rekabeti hızlandırdı. 1969'da ise Amerikalı
astronot Neil Amstrong'un aya inmesi ile ABD uzay yarışında liderliği ele
geçirdi.
Başlangıçta ABD ile SSCB arasında devam eden
uzay yarışına, daha sonra sınırlı olarak İngiltere, Fransa, Japonya ve Çin Halk
Cumhuriyeti de katıldı.
Devletler bütçelerinin önemli bir kısmını uzay
çalışmalarına ayırdı. Bu da toplumların ihtiyacı olan alanlarda (eğitim ,
sağlık vb.) yapılacak olan yatırımları kısıtladı.
Uzay araştırmaları sırasında yapılan buluşlar, insanoğlunun
günlük hayatında kullandığı bazı ürünlerin (teflon, haberleşme uyduları gibi)
geliştirilmesinde temel oldu.
Uzay araştırmaları ülkelerin gelişmişlik düzeyinde bir
ölçüt olarak kabul gördü. Öyle ki uzay çalışmalarında elde edilen başarılar,
devletlerin iç ve dış politikalarında kullanılarak bir propaganda aracı haline
geldi.
Devletler arasında füze diplomasisi dönemine girildi. Uzay
çalışmalarına doğrudan katılmayan devletler de uzayla ilgili gelişmelerden
farklı şekillerde etkilendi. Uluslararası ilişkiler ve rekabet uzaya kadar
yayıldı.
Uzay yarışının başlamasından hemen sonra uzayda egemenliği
ve diğer konuları kapsayan “uzay hukuku” tartışmaları yaşandı.
BM 1961’de aldığı bir kararla uzayın ve gök cisimlerinin
hiçbir devletin egemenliğinde olamayacağını kabul edilmiştir.
Savaş yıllarında yapılan ilk bilgisayar geliştirilerek
1970'te kişisel bilgisayar üretildi. 1978'de üretilen APPLE’ın
fabrikalarda kullanılmasıyla bilgisayar, sanayi alanına girmiş oldu.
İletişim alanında telefon ile başlayan gelişmeler XX.
yüzyılda görüntülü telefonla devam etti.
Uydu teknolojisinin yerleşmesi ile iletişimde kıtalar
arasındaki uzaklık ortadan kalktı. İletişimdeki bu sınır tanımaz gelişme
interneti ortaya çıkardı.
1969 yılında ilk olarak ABD'de bilim adamları arasındaki
iletişimi sağlamak maksadı ile deneme niteliğinde olan "ARPANET"
Amerikan Gelişmiş Savunma Araştırmaları Dairesi - Advanced Research Projects
Ageney Network) kuruldu.
Daha sonra "ARPANET“ ABD'deki bütün
üniversitelerin araştırma kuruluşlarının bilgisayarlarını bünyesinde toplayarak
büyüdü.
1991 'de ABD'de internetin, ticari amaçla kullanılmasını
engelleyen tüm kısıtlamalar kaldırıldı. Bir yıl sonra grafik web tarayıcı
"Mozaic" devreye girmiş ve Internetin bir alt kümesi olan
"World Wide Web"in (Geniş Dünya Ağı) yıllık büyüme hızı
artmaya başlamıştır.
Tüm dünyayı kapsayan bu ağ ile aralarında bağlantı bulunan
tüm belgeler ve dijitalleştirilmiş nesneler bir araya getirilmek istenmiştir.
Bilgisayar ile telefonun iş birliğine insanın bilgisinin de eklenmesiyle ortaya
çıkan Internet, günümüzde önemli bir yere sahiptir.
3. Kültürel Hayat
Hızlı sanayileşme ve tarımda makineleşmenin artması sonucu
köylerden kentlere doğru hızlı bir göç başladı. Kadınların eğitim düzeyinin
artması ve sosyal hayata aktif olarak katılması erkek egemenliğini ön plana
çıkaran anlayışı sona erdirdi. Cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemine karşı
çıkıldı.
Sanayileşmiş ülkelerin kent nüfusunun artmasında Üçüncü
Dünya Ülkelerinden yapılan göçler de etkili oldu. iş merkezlerinin
bulunduğu şehirlerin etrafındaki mahallelerde işçiler ve göçmenler
yaşamaktaydı.
Gelir düzeyi düşük aynı zamanda farklı etnik kökene sahip
olan bu mahallelerde güvenlik sorunları çıkmaya başladı.
Ekonomik gelir düzeyi yüksek olan kişiler ise şehir dışında
müstakil evlerden oluşan yerleşim alanları oluşturarak buralarda yaşamaya
başladılar.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ulaşılan düzey ve
gelecek konusundaki bilinmezlik, edebiyatta post modern (modern ötesi)
anlayışın
1960'lardan itibaren hakim olmasına yol açmıştır. Müzik
alanında 1960'lerde ortaya çıkan "Rock And Roll" tarzı bu
dönemde de etkisini sürdürmüştür. Bunun yanında dönemin siyasi ve politik
çekişmelerini , savaş, göç vb. toplumsal sorunları dile getirmek amacıyla yeni
müzik türleri ve grupları ortaya çıkmıştır. Heavy Metal müzik türü ve bu türün temsilcisi olan Rolling Stones
grubu
döneme damgasını vurmuştur.
Savaştan sonra yeni bir boyut kazanan soyut Rolling
Stones grubu resim anlayışı bu dönemde de etkisini devam ettirmiştir.
Sanayinin toplumsal yaşam üzerindeki etkileri mimaride de kendini hissettirdi.
Bu alanda Paris'te inşa edilen Beaubourg Kültür Merkezi bu tarz mimari
eserlere önemli bir örnektir.
1960-1980 yılları arasında yapılan olimpiyatlarda ABD,
SSCB, Japonya ve Doğu Almanya madalya sıralamasında önde
gelen ülkelerdir. Türkiye ise istediği başarıyı elde edememiştir.
1960-1980 yılları arasında düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nda sırasıyla Brezilya (1962),
Ingiltere (1966), Brezilya (1970), Almanya (1974) ve Arjantin (1978) şampiyon
oldu.
Bu dönemde "FIFA Dünya Kupası"nda kurallar
gereği, kupayı üçüncü kez kazanan Brezilya, 1970'te kupayı müzesine götürdü,
Başlangıçta "Avrupa Uluslar Kupası" adıyla anılan "Avrupa Futbol
Şampiyonası" UEFA tarafından 1960'tan itibaren 4 yılda bir düzenlenecek şekilde
organize edilmiştir.
Türkiye ise 1960-1980 döneminde finallere katılma hakkını
elde edememiştir.
1951 yılından itibaren yapılan Akdeniz Oyunlarının tamamına
katılan Türkiye, 1971'de düzenlenen altıncı Akdeniz Oyunlarına İzmir'de ev
sahipliği yaptı. 1963-1979 yılları arasında düzenlenen bu oyunlarda Türkiye
1963'te dördüncü, 1967'de beşinci , 1971 'de dördüncü, 1975'te beşinci ve
1979'da ise altıncı oldu.
1960-1980 yılları arasında "UEFA Şampiyon Kulüpler
Kupasında, FC Bayern München ve AFC Ajax üçer kez kupayı kazanarak
dikkat çekti.
UEFA tarafından 1971'de organize edilen UEFA Kupası (UEFA
Cup), Avrupa'da Şampiyonlar Ligi'nden sonraki en değerli kupa ve en çok
takımın katıldığı futbol turnuvasıdır.
Her iki şampiyona da her yıl düzenlenmektedir. FIBA
(Uluslararası Basketbol Federasyonu) tarafından dört yılda bir düzenlenen Dünya
Basketbol Şampiyonası ulusal erkek basketbol takımlarının dört yılda bir
katıldığı bir turnuvadır.
Bu dönemde SSCB ve Yugoslavya ikişer kez şampiyon olarak
dikkat çekmişlerdir. Bayanlar Dünya Şampiyonası da dört yılda bir düzenlenir.
Turnuva erkek ve bayan takımları için aynı yılda ancak
farklı ülkelerde yapılmaktadır. Bu dönemde yapılan şampiyonalarda her iki
kategoride de SSCB en başarılı ülke olarak dikkat çekmektedir.
FIVB (Uluslarası Volevbol Federasyonu)
tarafından düzenlenen Dünya Voleybol Şampiyonası erkekler için 1962 yılından itibaren bayanlar için ise 1964'ten itibaren dört
yılda bir yapılmaktadır. Şampiyonaya kıta elemelerinde başarılı olan takımlar
katılmaktadır.
H. TÜRK DIŞ POLITIKASI
Bu dönemde Kıbrıs,
Ege sorunları, Orta Doğu'da Arap-İsrail Savaşları ve Ermeni terörü Türk dış politikasının belirlenmesinde etkili
olmuştur.
1. Türk -Yunan ilişkileri
Lozan Antlaşması imzalanmasına rağmen Türkiye ve Yunanistan
arasındaki sorunlar çözümlenememiş ama 1930'lu yıllarda dünya barışını tehdit
eden gelişmeler üzerine Atatürk ve Venizelos liderliğinde Balkan devletleri
arasında ittifakı sağlamak için çaba sarf edilmişti.
Bu çalışmalar iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu
etkilemişti. Ancak 1954 yılına gelindiğinde Türkiye ve Yunanistan ilişkileri
Kıbrıs meselesine bağlı olarak yeniden gerginleşmeye başladı.
a. Kıbrıs Meselesi
1571 'de Türk hâkimiyetine giren Kıbrıs'ın yönetimi 1878 Berlin Antlaşması'nda arabuluculuk
görevi yapan İngiltere'ye geçici olarak bırakıldı.
Osmanlı Devleti'nin1. Dünya Savaşı'na girmesini fırsat bilen
İngiltere, 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak ettiğini açıkladı.
Türkiye Lozan Antlaşması ile bu statüyü kabul etti.
ENOSİS
NEDİR?
Kıbrıs'taki Rumlar, İngiliz yönetimi altındayken Adayı
Yunanistan'a katma idealleri (Enosis) doğrultusunda faaliyetlerde bulundular.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs konusuna daha çok ilgi
gösteren Yunanistan, Kıbrıs'ın kendisine verilmesi için İngiltere'ye resmen
başvurdu.
Bu girişimi olumsuz karşılanan Yunanistan, 1954'te Kıbrıs
sorununu BM'ye taşıyarak meseleyi uluslararası bir konu haline getirdi.
Kıbrıs'ta self-determinasyon ilkesinin uygulanmasını isteyen
Yunanistan'ın bu girişimi BM tarafından reddedildi.
Bu gelişmeler, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda harekete
geçmesinde önemli rol oynadı. Böylece Kıbrıs sorunu, Türk dış politikasının en
önemli konularından birisi haline geldi.
1960'tan önce Yunanistan'ın Kıbrıs konusundaki isteklerinin
BM tarafından reddedilmesi üzerine Rumlar, Kıbrıs'ta EOKA yer altı
örgütünü kurarak önce İngilizler, sonra da Türklere yönelik tedhiş hareketlerine
başladılar.
EOKA’nın
amacı:
·
İngiltere'yi Kıbrıs'tan atmak,
·
Türkleri imha etmek ve
·
Enosis'i gerçekleştirmekti.
Yunanistan'ın kışkırtma ve yardımlarıyla Rumların
başlattıkları tedhiş hareketleri genişleyerek bir iç savaş halini aldı.
Yapılan görüşmelerde Zürih ve Londra Antlaşmalarında
Kıbrıs’ın bağımsız olmasına karar verildi.
23 Şubat 1959'da imzalanan Londra Anlaşması; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulma anlaşması,
Garanti Anlaşması, İttifak
Anlaşması ve Uyuşma Anlaşmalarından
oluşmaktaydı.
Zürih ve Londra Anlaşmaları doğrultusunda 16 Ağustos
1960'ta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi.
Cumhurbaşkanlığına Rum lider Makarios, yardımcılığına da Türk lider Dr. Fazıl Küçük getirildi. Kıbrıs'ta sağlanan barış ortamı uzun
sürmedi.
Yunanistan'ın asker ve silah göndererek desteklediği EOKA,
Türklere karşı tedhiş hareketlerine devam etti. Kıbrıs Türkleri de bu
faaliyetlere 1955'te kurulan Türk
Mukavemet Teşkilatı (TMT) vasıtasıyla karşı koymaya çalıştı. Makarios,
1963'te, Türk toplumu lideri Fazıl Küçük'e, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye
anayasa değişikliği önerisinde bulundu.
ENOSİS NEDİR?
Megola
İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını ifade etmektedir.
Kelime anlamı ile ilhak demek olan Enosis ilk Megali Idea
haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur.
Bir anlamda Kıbrıs sorununun da bu tarihten itibaren var olduğu
söylenebilir. 18 Ekim 1828
tarihinde
ingiltere, Rusya ve Fransa'ya bir nota veren
Yunanistan, resmen ilk kez Enosis fikrini ortaya atmış ve Kıbrıs'ın kendisine
bağlanmasını istemiştir.
EOKA (Kıbrıs Mücadelesi Rum Örgütü)
EOKA örgütü Kıbrıs Rumlarının Enosis amacını
gerçekleştirmeyi hızlandırmak için İngiliz sömürge idaresine karşı olarak
kurulmuştur.
1954 yılında Yunanistan'dan getirdiği silahlar ve terör
eğitimi alan savaşçıları ile Kıbrıs'a geri dönen Grivas, İngiliz askeri ve
sivil hedeflerine terör saldırıları yaptı.
Grivas 1958 yılından sonra ise Kıbrıslı Türkleri hedef
seçmiştir.
FAZIL KÜÇÜK
Londra'da Türkiye,
İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum cemaatleri arasında yapılan
antlaşmayı Türk cemaati adına imzaladı. Bu antlaşma uyarınca kurulan Kıbrıs
Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanı yardımcısı oldu.
1974 Kıbrıs Barış
Harekatı'ndan sonra cumhurbaşkanı yardımcılığı fiilen sona erdi ve siyasi yaşamdan çekildi.
Kıbrıs Türk halkının
var olma mücadelesinde önemli bir yeri olan Dr. Fazıl Küçük 15 Ocak 1984'te
hayatını kaybetti.
Kanlı Noel: Türkiye'nin Makarios'un
yaptığı önerileri reddetmesi, iki toplum arasındaki gerginliği arttırdı. Rum
çeteleri Türk köylerini yakıp yıkarak 25 bin Türk'ü göçe zorladı. 24 Aralıkta
"Kanlı Noel" denilen ve 24 Türk'ün şehit edildiği olay üzerine
Türk savaş uçakları Lefkoşa üzerinde ilk uyarı uçuşunu yaptı.
1964'te Yunanistan'ın Ada'ya daha çok asker ve silah
göndermeye başlaması üzerine olayların büyümesinden endişelenen BM Güvenlik
Konseyi, Barış Gücü kurulması kararı aldı. Ancak Barış Gücü Ada'ya henüz gelmeden Rum
çetelerinin saldırıya geçmesi Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale kararı almasına yol
açtı. Ancak bu kararın uygulanmasını istemeyen ABD Başkanı Johnson, yazdığı
mektupla Türkiye'yi kararından vazgeçirmeye çalıştı.
ABD Başkanı Johnson Mektubu
"Kıbrıs'a
yapılacak olan Türk müdahalesi Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir
çatışmaya sebep olabilir ... Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı askeri bir müdahale
SSCB tarafından aynı şekilde bir müdahaleye yol açabilir. NATO'nun rızası
olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket sonunda doğabilecek bir Sovyet müdahalesine
karşı müttefiklerin Türkiye'yi savunma konusunu müzakere etmedikleri
kanaatindeyim ... Türkiye ile aramızda mevcut bulunan askeri yardımın
maksatlarının dışında kullanılması için hükümetinizin ABD'nin olurunu alması
gerekmektedir.
( ... ) Mevcut
şartlar altında Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı bir müdahalede ABD tarafından
temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına ABD'nin olur vermeyeceğini
size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim ... "
İsmet
İnönü'nün, ABD Başkanı Johnson'a yazdığı mektubundan ....
"Sayın Bay Başkan , 5 Haziran tarihli mesajınızı
büyükelçi vasıtasıyla almış bulunuyorum ...
..Size en kesin ve
açık surette temin etmek isterim ki, eğer Türkiye bir gün Kıbrıs'a askeri müdahale
zorunluluğunda bırakılırsa bu tamamıyla milletlerarası antlaşmaların
hükümlerine ve gayelerine uygun olarak yapılacaktır.
Bu münasebetle kararımızın ertelenmesinin Garanti
Antlaşması'nın 4. maddesinin Türkiye'ye verdiği hakları hiç bir suretle ortadan
kaldırmadığını belirtmek isterim."
Küba Krizine bağlı olarak 1963'te
Türkiye'deki ABD'ye ait Jüpiter füzelerinin bilgi verilmeden sökülmesi
ve Türk-Yunan meselelerinde ABD'nin Yunan yanlısı politikası iki ülke arasında
güven bunalımına sebep olmuştu.
1964'te ABD Başkanı Johnson'un mektubu da Türk-ABD
ilişkilerini olumsuz etkileyerek Türkiye'yi SSCB ve Orta Doğu politikasını
yeniden gözden geçirmeye yöneltti.
Aynı yılın sonlarında ABD'nin NATO üyesi ülkeleri, "Çok
Taraflı Nükleer Güç"e katma önerisi Türkiye tarafından kabul görmedi.
ABD-Türkiye anlaşmaları 1966'da yeniden düzenlendi. 1969'da iki ülke arasında
imzalanan "Savunma İş Birliği Anlaşması"nda karşılıklı
egemenlik ve eşitlik prensibine yer verilerek Türkiye, üslerde tam kontrol
hakkını aldı.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı İttifakı'nda yer alan
Türkiye'nin SSCB ile ilişkileri DP iktidarının son yıllarına kadar mesafeliydi.
Batıdan beklediği ekonomik yardımı alamayan Türkiye'nin
1959'da SSCB'den kredi talebinde bulunması ve daha sonra Doğu ve Batı Bloku
arasındaki ilişkilerde yumuşamanın başlaması Türkiye-SSCB ilişkilerini olumlu
etkilemişti.
Ancak 1961-1964 yılları arasında Kıbrıs meselesinde
SSCB'nin Akdeniz politikası gereği Rumları desteklemesi Türkiye-SSCB
ilişkilerini durma noktasına getirdi.
Johnson'un mektubundan sonra yapılan diplomatik temaslar
sonucunda Türkiye Kıbrıs'a müdahale kararını bir süre askıya aldı.
Ancak BM Barış Gücü'nün Rum çetelerinin Kıbrıs'taki
saldırılarını engelleyememesi üzerine 8-9 Ağustos 1964'te Türk Hava Kuvvetlerine
bağlı savaş uçakları Rum mevzilerini bombaladı.
Bu müdahale Kıbrıs Rum çetelerinin saldırı gücünü ve genel
olma özelliğini kaybettirerek faaliyetleri sınırlı çatışmalar haline
dönüştürmüştür.
Kıbrıs Meselesi, Mayıs 1965'te Türkiye ile Yunanistan
arasında yapılan ikili görüşmelerle çözülmeye çalışıldıysa da başarı elde
edilemedi.
Saldırıların devam etmesi üzerine, 28 Aralık 1967'de "Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi"ni
kurdular. Kıbrıs Anayasası hükümleri saklı kalmak üzere kurulan bu yönetimin
başkanlığına Dr. Fazıl Küçük, başkan yardımcılığına da Rauf Denktaş seçildi.
Enosis'in hemen gerçekleştirilmesini isteyen EOKA üyeleri
Yunanistan'dan aldıkları destekle 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı bir darbe
gerçekleştirdi. EOKA üyeleri Nikos Sampson'u cumhurbaşkanlığına getirirken
"Kıbrıs Elen Cumhuriyeti"ni ilan ettiler.
AKRITAS PLANI
21 Nisan 1966
tarihli Patris Gazetesi'nde yayınlanan bu plana göre Türk halkı ani bir saldırı
ile yok edilecek ve Ada Yunanistan'a bağlanacaktı.
Türkiye, Kıbrıs’taki darbenin bir Yunan müdahalesi olduğunu
belirtti ve garantilerin ihlali saydı. İngiltere'ye ise ortak hareket etmeyi
teklif etti. Olumsuz cevap alan Türkiye, garanti antlaşmasının kendisine
tanıdığı yetkiyi kullanarak müdahale kararı aldı. Türkiye 20 Temmuz'da Enosis'e
engel olmak, barışı yeniden kurmak ve Türklerin güvenliğini sağlamak amacıyla
"Kıbrıs Barış Harekatı"nı
başlattı.
Lefkoşa'ya kadar ilerleyen Türk kuvvetleri, 22 Temmuz'da
BM'nin ateşkes çağrısına uydu. Kıbrıs meselesinin görüşülmesi maksadıyla 25
Temmuzda Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Cenevre Konferansında bir araya
geldi. Görüşmelerden barışı sağlayacak bir sonuç çıkmayınca 14 Ağustos'ta
"İkinci Barış Harekatı" başladı. Türk birlikleri Ada'nın
yaklaşık üçte birine hakim oldu. Türkiye BM'nin ateşkes çağrısına uyarak 16
Ağustosta askeri harekatı durdurdu.1974 Kıbrıs Barış Harekatı Türkiye'nin dış
politikasında da etkili oldu. ABD'nin bu harekatı gerekçe göstererek Türkiye'ye
yapmakta olduğu ekonomik yardımı keserek silah ambargosu uygulaması, iki ülke
arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi.
Bunun üzerine Türkiye, 1969 "Savunma İş Birliği
Anlaşması"nı yürürlükten kaldırdı ve 1975'ten itibaren Türkiye'deki
bütün ABD üs ve tesislerine el
koydu. Ancak 1978'de ABD ambargosunun kalkmasıyla ilişkiler normale
döndü.
SSCB ise Ada'nın bir NATO üssü haline gelmesi ihtimalinden
endişe duyarak meseleyi uluslararası alana taşımak istedi ve 1974 Kıbrıs
Barış Harekatı'nda Türkiye'ye destek vermedi.
SSCB'nin bu tavrı, iki ülke ilişkilerini durma noktasına
getirdi. Ancak 1980'den sonra Türkiye'nin çok yönlü dış politika izlemeye
başlamasıyla Türkiye-SSCB ilişkilerinde ilerlemeler kaydedildi.
Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra Türklerin kuzeyde,
Rumların da güneyde yerleşmesi yeni bir devlet düzeninin kurulmasını gerekli
kılıyordu. Başlatılan toplumlar arası görüşmelerden istenilen sonucun
alınamaması üzerine Türk toplumu 13 Şubat 1975'te Rauf Denktaş'ın liderliğinde
"Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni kurdu.
BM öncülüğünde Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında ikili
görüşmeler başladı. 12 Şubat 1977'deki görüşmede taraflar, bağımsız,
bağlantısız ve iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti'nin varlığını kabul ettiler.
Bundan sonra yapılacak görüşmelerin çerçevesini oluşturacak olan bu anlaşmaya
rağmen, 1980 yılına kadar yapılan görüşmelerde Türklerin Ada'daki siyasi
varlığı Rumlar tarafından kabul edilmediği için sonuç alınamadı.
BM Genel Kurulu, 13 Mayıs 1983'te Kıbrıs Rumlarını "Kıbrıs
Hükümeti" olarak tanıma kararı aldı. Bu gelişmeler karşısında Türk
toplumu da 15 Kasım 1983'te "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"ni
kurdu. Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni kurulduğu gün
tanıyan ilk devlet oldu,
Buna karşılık, Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bağımsızlık kararını tanımayacaklarını açıkladı.
Başta ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB olmak üzere çeşitli ülkeler, bağımsızlık
kararına karşı tepki gösterdiler. Bu arada İngiltere'nin önerisiyle, BM
Güvenlik Konseyi "Ada'da Kıbrıs Cumhuriyeti dışında başka hiçbir hükümetin
tanınmaması" kararını aldı.
BM Genel Kurulunun 13 Mayıs 1983 tarihli kararı: Cezayir,
Küba, Guyana, Mali, Hindistan, Sri Lanka
ve Yugoslavya tarafından hazırlanan Rum yanlısı Kıbrıs tasarısı,
Türkiye, Pakistan, Malezya, Somali ve Bangladeş'in 5 ret oyuna karşılık SSCB,
Doğu Bloku ve bağlantısız ülkelerin 103 oyu ile kabul edildi. Oylamada, ABD,
İngiltere ve Batı Blokundan 20 ülke çekimser kaldı. 29 üye ülke ise oylamaya
katılmadı.
b. Ege
Adaları Meselesi
XIX. yüzyılın başlarında Yunanistan devleti kurulurken bazı
Batı Ege adaları bu devlete bağlanmıştı.Yunanistan diğer Ege adalarını da ele
geçirmek için çalışmalar yapmış, Lozan Antlaşması'yla Ege Denizi'ndeki
Türkiye'ye bırakılan Bozcaada, Gökçeada ve İtalya'nın sahip olduğu Meis ve On
iki Ada dışında kalan diğer adalar Yunanistan'a bırakılmıştı. II. Dünya Savaşı
sonunda galip devletlerin İtalya'yla imzaladıkları Paris Antlaşmasl'yla Meis ve
On iki Ada Yunanistan'a verildi.(1947) Böylece Ege Denizi'nde bulunan Bozcaada
ve Gökçeada dışındaki adalar Yunanistan'a bağlandı.
Yunanistan, Ege Denizi'nin doğusuna da yerleştikten sonra
Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki mevcut haklarını ortadan kaldırarak bu denizin
tümüne egemen olmak istemiştir.
1974'ten itibaren bu amaçla yaptığı girişimler
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde gerginliğin artmasına ve Ege Denizi sorununun
ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu sorunlar Ege adalarının silahlandırılması, kıta
sahanlığı, karasularının 12 mile çıkarılması ve Ege hava sahası şeklinde
sıralanabilir.
Ege Adalarının Silahlandırılması
Yunanistan, özellikle 1963 Kıbrıs bunalımından itibaren Ege
Denizi'nde Türkiye kıyılarına yakın olan adalarla birlikte 1947’de
İtalya'dan aldığı Meis ve On iki Ada'yı, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak
gizlice silahlandırmaya başladı. Bunun üzerine Türkiye bu konuyla ilgili
1964'ten itibaren farklı zamanlarda Yunanistan'a nota vermiştir.
1974'ten itibaren Yunanistan, Ege adalarını açık olarak
silahlandırılmaya devam etti.Yunanistan adaları NATO tatbikatları kapsamına
aldırtarak silahlanma faaliyetlerini meşrulaştırmak istemiştir.
Yunanistan, 1980'de Türkiye'nin veto hakkını kullanmaması
üzerine altı yıllık bir aradan sonra NATO'nun askeri kanadına döndü. Bu
gelişmeden sonra da Yunanistan, Limni Adası'nı NATO savunma sistemi kapsamına
aldırtmayı amaçlayarak 1983'te Limni'nin dahil edilmediği hiçbir NATO
tatbikatına katılmayacağını beyan etti.
Buna karşı Türkiye Limni'nin statüsünün değiştirilmesini
kabul etmeyeceğini açıklayarak tepki gösterdi.
•
• Kıta
Sahanlığı Sorunu:
•
Yunanistan 1961 'den itibaren şirketlere Ege
Denizi'nin kuzey ve batı kıyılarında petrol arama ruhsatı vermeye başladı.1970
başlarında arama ruhsat alanını Doğu Ege'yi kapsayacak şekilde genişletti.
Böylece Yunanistan Ege Denizi'nde Türkiye ile deniz sınırlarını kendisine göre
belirlemeye çalışması iki ülke arasında anlaşmazlığa sebep oldu.
•
Yunanistan'ın Ege Denizindeki bu faaliyetleri
üzerine Türkiye de 1973'te Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına Ege'nin açık
deniz sularında ve kendi kıta sahanlığında petrol arama ruhsatı verdi.
Yunanistan'ın bu duruma itirazı iki ülke arasında "Kıta Sahanlığı
Sorunu"nu ortaya çıkardı. 1974 Kıbrıs Barış harekatının
gerçekleştirilmesi iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi.
•
1975'te yapılan ikili görüşmelerde
anlaşmazlığının Uluslararası Adalet Divanında görüşülmesi konusunda prensip
anlaşmasına varıldı. Ancak iki ülke hukukçularının yaptığı toplantıdan sonuç
alınamadı.
•
1976'da Türkiye'nin Sismik-I adlı
araştırma gemisi ile Ege Denizi'nde bir araştırma yapması üzerine Yunanistan BM
Güvenlik Konseyi ve Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na başvurdu. BM
Güvenlik Konseyi sorunun ikili müzakereler yoluyla çözümlenmesi kararı aldı.
Uluslararası Adalet Divanı ise Yunanistan'ın Ege'nin uluslararası sularında
Türkiye'nin petrol arama girişimlerinin durdurulması isteğini reddetti.
•
BM Güvenlik Konseyi'nin ve Uluslararası Adalet
Divanı kararlarından sonra iki ülke temsilcileri Bern'de bir araya geldi.
Görüşmeler sonunda imzalanan "Bern Deklerasyonu" ile taraflar
Ege Denizinde kıta sahanlığı ile ilgili hiçbir faaliyette bulunmamayı kabul
etti
•
KITA SAHANLIGI
•
Kıta sahanlığı, kara sularının bitiş
noktasından başlayan deniz altındaki devamını ifade eder. Kıyıya sahip her
devlet kıta sahanlığına da sahiptir.
•
Ancak kıta sahanlığına sahip ülkenin sadece bu
bölgedeki canlı-cansız doğal kaynakları arama ve işletmede egemen yetkileri
vardır; su alanı ve hava sahası uluslararası statüsünü korur.
•
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin (BMDHS) 76.
Maddesine göre, her devlet en az 200 deniz mili mesafeye kadar kıta sahanlığına
sahip olabilir. Eğer kıta sahanlığı 200 mil mesafeyi aşıyorsa, kıyı devleti
doğal uzantı gereği bu sahanlığın sona erdiği yere kadar kıta sahanlığını
uzatabilir. Ancak hiçbir zaman 350 mili
ya da 2500 metre derinlikten
itibaren 100 mili aşamaz .
•
Aynı sözleşmenin 121 . maddesine göre adaların
da kıta sahanlıkları vardır.
•
Ama insan yerleşiminin olmadığı veya kendine
ait bir ekonomik yaşamı olmayan kayalıkların özel ekonomik bölgesi ya da kıta sahanlığı yoktur.
Bitişik ya da karşılıklı kıyı sahibi olan devletlerin ise kıta sahanlığını
anlaşarak sınırlandırmaları gerekmektedir.
•
Baskın ORAN, Türk Dış Politikası, c. I, s.
754
•
Kara Sularının 12 Mile Çıkarılması Sorunu
•
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi ile
ilgili diğer bir anlaşmazlık da, kara sularının sınırı konusu olmuştur.
•
Lozan Antlaşması'yla Ege Denizi'nde kara suları
genişliği 3 mil olarak kabul edilmişti. Bu genişlik 1936'da Yunanistan 1964'te
Türkiye tarafından 6 mile çıkarıldı. 1974'ten itibaren Yunanistan değişik
dönemlerde kendi kara sularını 12 mile çıkaracağını ileri sürdü. Bu durum
Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı.
•
Ege Denizi'nin % 49'unu tüm devletlerin
kullanımına açık olan uluslararası sular, % 43,6'sınl Yunan kara suları, %
7,4'ünü de Türk kara suları oluşturmaktaydı. Ege Denizi'nde kara suların 6
milden 12 mile çıkması halinde uluslararası alan % 27,3, Yunan kara suları %
64,1 , Türk kara suları % 8,5 şeklinde değişecekti.
•
Böylece Yunanistan, Ege Denizi'nde -adaların
çokluğu nedeniyle- büyük oranda egemenlik hakkına sahip olabilecek ve üstünlük
sağlayabilecekti. Bu durum, Türk gemi ve uçaklarının Ege'den Akdeniz'e
çıkışlarına büyük sınırlamalar getirecek, Batı Anadolu ve Boğazlar bölgesinin
savunmasına da olumsuz etkileyecekti.
•
Türkiye, 1976'da Yunanistan'ın kara sularını 6
milin üzerine çıkarmasını hiçbir zaman kabul etmeyeceğini ve böyle bir
uygulamanın savaş nedeni olacağını açıkladı.
•
Ege Hava Sahası (FIR Hattı - Uçuş Bilgi
Bölgesi) Sorunu
•
Türkiye, Yunanistan'ın 1931'e kadar 3 mil olan
hava kontrol sahasını 10 mile çıkarmasına iki ülke arasındaki iyi ilişkilerden
dolayı tepki göstermedi. Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO)'nün
1952'deki bölge toplantısında, Türkiye ,Ege kara suları sınırını FIR hattı
olarak kabul etmesi, Ege Denizi üzerindeki hava sahasının kontrolünü büyük
ölçüde Yunanistan'a bıraktı.
•
1974'e kadar bir problem oluşturmayan FIR
hattı, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye'nin güvenliğini tehdit etti.
Türkiye 6 Ağustos 'ta yayınladığı NOTAM (Notice to Airmen: Havacılara ihtar
Bildirimi) ile yeni bir FIR hattı oluşturdu. Bu hatta göre; Türkiye yönünde
uçuş yapan her uçak Türk kıyılarına 50 mil kala durumunu ve uçuş planını Türk
yetkililerine bildirecekti.
•
Yunanistan ise, Kıbrıs Barış Harekatı'ndan
sonra, 16 Ağustosta Ege Denizi'nin tümünü "tehlikeli bölge" ilan
ederek ve bölgede FIR hizmetlerini durdurarak Ege semalarını uluslararası hava
trafiğine, dolayısıyla da Türk sivil ve askeri uçaklarına kapattı. Türkiye'nin
Ege'deki haklarını zedeleyen bu durum, özellikle sivil havacılık yönünden
çeşitli zorluklarla karşılaşılmasına ve iki ülke arasında da yeni bir sorunun
ortaya çıkmasına yol açtı .
•
1977'de Türkiye'nin, Ege hava sahasını
Yunanistan ile ortaklaşa kontrolü konusundaki girişimleri Yunanistan tarafından
kabul edilmedi. NATO'nun Türkiye ve Yunanistan ile yaptığı temaslar sonucunda
her iki tarafın da daha önceden almış olduğu Ege hava sahası ile ilgili
kararları yürürlükten kaldırmaları ile sorun çözüldü . Ege Denizi tekrar sivil
hava trafiğine açıldı.
•
c. Türkiye'nin Orta Doğu Politikası
•
1950-1960 yılları arasında Arap
ülkelerinin SSCB'ye yaklaşmalarına
karşılık NATO üyesi olması sebebiyle Türkiye Orta Doğu 'da Batı'ya paralel bir
politika izlemişti. 1963'te Türkiye ABD ilişkilerinde meydana gelen değişiklik,
Kıbrıs meselesinde yalnızlıktan kurtulmak isteyen Türkiye'nin Orta Doğu politikasını
da etkiledi.
•
1973
petrol krizine kadar olan dönemde Türkiye, Orta Doğu'ya açılma politikası
izleyerek Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi. 1967 Arap-israil Savaşında
Türkiye, ABD'nin Türkiye'deki üslerinden İsrail ‘e yardım etmesine izin vermedi.
Bu savaşta Türkiye'nin Filistin halkının davasını desteklemesi Arap ülkeleri
ile ilişkilerin yoğunlaşmasını sağladı.
•
Türkiye 1969'daki Mescid-i Aksa yangınına büyük
tepki gösterirken bu gelişme üzerine Rabat’ta toplanan İslam Zirve
Konferansı'na katıldı. Böylece Arap dünyası ile ilişkilerini geliştirdi. 1981
'deki İslam Zirvesi'ne Türkiye, ilk defa başbakan düzeyinde katıldı. Türkiye
günümüze kadar Batılı devletlerle, Orta Doğu arasında bir denge unsuru olmaya
gayret gösterdi. İsrail ile ilişkilerini devam ettiren Türkiye, Filistin
meselesinde İsrail'in uluslararası hukuka aykırı eylemlerine tepki gösterdi.
•
d. Ermeni İddiaları
•
Ermeni sorunu, XIX. yüzyıl sonlarında büyük
devletlerin politik çıkarları doğrultusunda ortaya çıkmıştı. Lozan
Antlaşmaslı'ndaTürk vatandaşı olan gayri müslimlerin siyasi ve medeni hakları
belirtilmiş olmasına rağmen Ermeniler azınlık statüsünü istemeyerek diğer Türk
vatandaşları ile aynı kanunlara tabi olmayı kabul etmişlerdi. Bu olumlu
gelişmelere rağmen Ermeni diasporası ve bazı devletler politik amaçlarla Ermeni
meselesini yeniden canlandırmışlardı .
•
Bu bağlamda diaspora, iddialarını dünyaya
tanıtmak ve Türkiye'ye kabul ettirmek, Türkiye'den tazminat ve toprak almak son
aşamada da büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmekti. Bu amaçla propaganda
faaliyetlerine de başlayan Ermeniler "Ermenistan Kurtuluşu için Ermeni
Gizli Ordusu" adı verilen ASALA adlı terör örgütünü kurdular.
•
1973'te Los Angeles'te Başkonsolos Mehmet
Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir'in bir Ermeni terörist tarafından
katledilmesi, Ermeni iddialarının dünya kamuoyuna duyurulması için yeni bir
yöntemin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu olaydan sonra Ermeni teröristler,
genellikle yurt dışındaki Türk temsilcilerini ve diplomatlarını hedef alan
terör faaliyetlerine giriştiler.
•
Ermeni terör örgütleri, amaçlarına ulaşabilmek
için Türkiye'de etkinlik gösteren ayrılıkçı terör örgütleriyle iş birliği
yapmıştır. Bu örgütler aynı zamanda Türkiye'nin sorunlar yaşadığı bazı
ülkelerle de yakın ilişkiler kurmuşlardır.
•
Ermeni terörünü asıl yönlendiren terör örgütü
ASALA olmuştur. ASALA'nın 1973'te başlatarak 1994 yılına kadar devam ettiği
terör faaliyetlerinde çoğu diplomat olan 35 Türk şehit edilmiştir.
•
Bu durum karşısında Türkiye, önlemlerini
artırmış , ulusal ve uluslararası platformlarda tezimizi ortaya koyan
çalışmalar yaparak faaliyetlerini sürdürmüştür.
•
İ. TÜRKİYE'DE BUNALIMLI YILLAR (1960-1983)
İ. TÜRKİYE'DE BUNALIMLI YILLAR (1960-1983)
•
1. Siyaset
•
Türkiye, 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti
ile ilk yıllarda birçok alanda büyük gelişme kaydetmişti. Ancak 1957'den itibaren
ekonomide enflasyonist baskı hissedilmeye başlanmıştı.
•
Ülkemizde demokrasinin tam olarak yerleşmem i ş
olması siyasi yaşamdaki hoşgörü eksikliği ve belirtilen ekonomik nedenler
siyasi ortamı gerginleştirdi. Bu şartlar altında 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi
gerçekleştirilerek DP iktidarına son verildi.
•
Demokrasimizin gelişimini kesintiye uğratan bu
müdahale sonucunda anayasa yürürlükten kaldırılarak meclis kapatıldı.
Cumhurbaşkanı, başbakan, pek çok bakan ve milletvekili yargılandı. Bu yargılama
sonucunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye
Bakanı Hasan Polatkan idam edildi (1961). 11 Nisan 1990 tarihinde kabul edilen
kanunla, idam edilen bu devlet adamlarının itibarları iade edilmiş ve aynı
kanun uyarınca naaşları kendileri için İstanbul'da yaptırılan anıt mezara
devlet töreniyle defnedilmiştir.
•
Türk Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimini
üstlenen Milli Birlik Komitesi yeni anayasayı oluşturmak için Kurucu Meclis
Kanunu'nu kabul etti. Siyasi partiler, barolar, basın, ticaret odaları
temsilcileri, sendikalar ve gençlik kuruluşlarından seçilerek oluşturulan
Kurucu Meclis üyeleri 6 Ocak 1961 'de çalışmalarına başladı. Aynı zamanda
siyasi partilerin faaliyetlerine de izin verildi. Milli Birlik Komitesi siyasi
partilerin ilk genel seçimlere katılabilmeleri için 13 Şubat'a kadar kuruluş
işlemleri n i tamamlamış olmaları gerektiğini duyurdu. Bu açıklamadan sonra
Türk siyasetine yeni siyasi partiler girmiş oldu. Kurucu Meclis tarafından
hazırlanan yeni anayasa 9 Temmuz 1961 'de yapılan halk oylaması sonucunda kabul
edilerek yürürlüğe girdi. 15 Ekim 1961 'de yapılan seçimlere Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP), Adalet Partisi (AP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP),
Yeni Türkiye Partisi (VTP) katıldı.
•
1961 ANAYASASI'NA GÖRE YASAMA YETKISI
•
Madde 5· Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
•
A. Türkiye Büyük Millet Meclisi
•
Madde 63· Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millet
Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan kuruludur.
•
III. Millet Meclisi
•
Madde 67· Millet Meclisi, genel oyla seçilen
dört yüz elli milletvekilinden kuruludur.
•
Madde 69· Millet Meclisi seçimleri dört yılda
bir yapılır.
•
IV. Cumhuriyet Senatosu
•
Madde 70· Cumhuriyet Senatosu, genel oyla
seçilen yüz elli üye ile Cumhurbaşkanınca seçilen on beş üyeden kuruludur.
•
Seçimlerden sonra oluşan Meclis, Cemal Gürsel'i
cumhurbaşkanlığına seçti. 1965 seçimlerine kadar koalisyon hükumetleri
iktidarda kaldı. 10 Ekim 1965'te yapılan genel seçimleri AP kazandı.
•
27 Ekim 1965'te Süleyman Demirel'in
başbakanlığı ile başlayan AP iktidarı , 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasına kadar
devam etti. Demokrasiye zarar veren bu muhtıra sonucunda Başbakan Süleyman
Demirel istifa etti.
•
Daha sonra
ise partisinden istifa ederek bağımsız kalan Nihat Erim
başbakanlığında meclis dışından ve farklı partilerin milletvekillerinden oluşan
geniş tabanlı ve hiçbir siyasi partiyle doğrudan ilişkili olmayan bir hükümet
kuruldu.
•
Nisan 1973'te AP ve CHP'nin desteklediği emekli
Oramiral Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçilirken 14 Ekim 1973'te genel seçimler
yapıldı.
•
Seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidar
olacak çoğunluğu sağlayamadı. Bu arada 25 Aralık'ta Türkiye Cumhuriyeti'nin
ikinci cumhurbaşkanı ismet İnönü vefat etti. Üç gün sonra devlet töreniyle
Anıtkabir' e defnedildi.
•
1974'ten 1980 yılına kadar Türkiye'de, kısa
süreli koalisyon hükümetleri iktidarda kaldı. Sık sık gerçekleşen hükümet
değişikliğine bağlı olarak ülkede siyasi istikrar sağlamada zorluklar yaşandı .
Siyasi istikrarsızlık ekonomik ve toplumsal gelişmeyi olumsuz etkileyerek
ülkede iç huzursuzluk, siyasi anlaşmazlık ve ekonomik sıkıntıların artmasına yol
açtı.
•
Türk Silahlı Kuvvetleri yer yer meydana gelen
şiddet ve terör olaylarını gerekçe
göstererek 12 Eylül 1980'de demokratik yönetimi ortadan kaldıran
askeri müdahaleyi gerçekleştirmiştir. 24 Kasım 1983'e kadar devam eden bu
dönem, Türk siyasi tarihine "12 Eylül Dönemi" olarak geçti. Bu
dönemde 1961 anayasası yürürlükten kaldırılmış, Parlamento ve siyasi partiler
ile dernek, sendika vb. pek çok sivil toplum kuruluşu kapatılmış ve demokratik
süreç kesintiye uğramıştır.
•
12 Eylül 1980'de siyasi iktidarı eline alan
Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren başkanlığında
kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyini (MGK) oluşturdu. Kenan
Evren aynı zamanda devlet başkanlığı görevini de üstlendi. Bülent Ulusu'nun
başkanlığında Bakanlar Kurulu oluşturdu. Prof. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında
kurulan komisyonun hazırladığı anayasa 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunularak
kabul edildi.
•
Anayasanın kabulünden sonra seçim hazırlıkları
başladı. 6 Kasım 1983 seçimlerine Anavatan Partisi (ANAP), Halkçı Parti (HP) ve
Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) katıldı. Bu seçimler sonucunda birinci parti
olarak çıkan ANAP, Turgut Özal başkanlığında tek başına iktidar oldu. 1960 ve 1970'li
yıllarda koalisyon hükumetleri ile bunalımlar yaşayan Türkiye, Turgut Özal
iktidarı ile ülke yönetiminde siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda köklü
kararlar aldı.
•
1961 Anayasası'nın en önemli özelliği , devlet
yönetiminde ve toplum yaşamında bireye ağırlık verilmiş olmasıdır. İnsan
haklarına dayanan devlet olma özelliğine bağlı olarak temel hak ve ödevler
ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir. Anayasa'da klasik hak ve özgürlüklerle
birlikte sosyal ve ekonomik haklar da verilmiştir. 1961 Anayasası , temel hak
ve özgürlükleri güvenceli bir statüye oturtmuştur.
•
Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa'ya
uygunluğu nu denetlemek ve özgürlükleri korumak için Anayasa Mahkemesi
kurulmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesi ile birlikte Cumhuriyet Senatosu ve
Yüksek Hakimler Kurulu gibi yeni kurumlar oluşturulmuştur.
•
1982 Anayasası , hak ve özgürlükler açısından
"birey"e değil "devlet”e ağırlık veren bir anayasa özelliği
taşır. 1961 tarihli Anayasa'nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere iliş kin
ilkeleri korumuştur.
•
Ancak temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılması konusunda daha ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir. Bu
sınırlandırıcı hükümler daha sonra Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikler
ile büyük ölçüde düzeltilmiştir.
•
2. Ekonomi
•
1960'tan itibaren planlı ve hızlı kalkınmayı
hedefleyen yeni bir ekonomi anlayışı benimsendi. Devletin ekonomik, sosyal,
kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık yapmak ve belirlenen
amaçla için planları hazırlamak amacıyla
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu(1960). Bu doğrultuda beş yıllık
kalkınma planları yapılarak uygulamaya konuldu.
•
1960-1970 yılları arasında uygulanan "ithal
ikameci sanayileşme" ile daha önce ithal edilen tüketim mallarının
•
ülkede üretimi amaçlanmıştı. Bu dönemde, sanayi
daha çok demir-çelik, çimento, kağıt, kimya, petrol rafinerisi,
•
alüminyum ve madencilik alanında yoğunlaştı.
1970'Ii yıllarda uygulanan "ileri ithal ikameci model" ile
buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi
gibi dayanıklı tüketim mallarının yanı sıra ülkemizde artık otomobil de
üretilmekteydi.
•
Ekonomide ithalata bağımlılık ve ihracatta
durgunluk yaşanmasına rağmen 1960'1ı yıllarda Avrupa'ya giden işçilerimizin
ülkeye döviz transferleri ekonomiye önemli katkılar sağladı.
•
Türkiye ekonomisi 1970'lerde ve özellikle bu
dönemin ikinci yarısında enflasyon ve dış ödeme güçlükleri dolayısıyla zor
günler geçirdi. Bu dönemde istikrarsız koalisyon hükumetieri, 1973 petrol
krizi, 1974 Amerikan ambargosu, ve işçi dövizlerindeki azalma ekonomik
gerilemeye neden oldu. Türkiye'de 1977 yılında dış ticaret dengeleri bozulmaya
başladı. Ülkede birçok temel malda kuyruklar, karaborsa ve aşırı fiyat artışı
görüldü. Türk lirasının yabancı paralar karşısında değeri hızla düştü.
Ekonomideki bu kötü gidişi önlemek için çeşitli ekonomik programlar hazırlandı.
Bu programlar içerisinde karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçişi
sağlayan 24 Ocak Kararları önemli bir yer almaktadır (1980).
•
3. Sosyal ve Kültürel Hayat
•
1960-1980 yılları arasında Türkiye'de köyden
kente göç, gecekondulaşma, işçi sayısındaki artış ve daha önce başlayan
sendikal faaliyetlerin yoğunlaşması gibi önemli toplumsal değişimler yaşandı.
Sanayileşmeyle artan köyden kente göç çarpık kentleşmenin ortaya çıkmasında
etkili oldu.
•
1960'tan sonra Türk toplumunun sosyoekonomik
yapısında görülen değişiklikler edebiyat, sinema ve müzik alanında etkisini
gösterdi.
•
Edebiyatta 1950 sonrasında görülen edebi
akımlar etkilerini 1960'lara kadar sürdürdü. Garipçilere karşı ortaya çıkan
"İkinci Yeni Akımı" 1960'ların ortalarına kadar etkisini devam
ettirdi. Bu akımın temsilcileri arasında Edip Cansever, ilhan Berk, Cemal
Süreya, Turgut Uyar ve Sezai Karakoç gibi isimler yer alır. Daha önceki
dönemlerde başlayan "köy romancılığı" Fakir Baykurt'un "Yılanların
Öcü", Şevket Süreyya Aydemir'in ''Toprak Uyanınca“ eserleriyle ön plana
çıkmıştır,
•
1960‘lı yılların ortalarından itibaren
"Toplumculuk" edebiyatta bir akım olarak ortaya çıktı. Şiir alanında
bu tarzın temsilcilerinden Nazım Hikmet ve Ahmet Arif gibi isimler sayılabilir.
Dönemin diğer bir önemli ismi, şiirlerinde mistik anlayışı kullanan Necip Fazıl
Kısakürek' tir. Şair, şiirlerini "Çile“ adlı kitabında toplamıştır.
Şairler yalnızca dünya görüşleriyle değil şiirleriyle de kendilerinden sonrakileri
etkilemişlerdir. 1970'lerden itibaren toplumdaki politikleşmenin hızlanması,
çarpık kentleşmenin meydana çıkardığı sorunlar ve işsizliğe bağlı dış göç,
edebiyatın başlıca konularını oluşturdu . Attila ilhan, Adalet Ağaoğlu ve Vedat
Türkali bu dönem romancıları içerisinde önemli bir yer tutar.
•
Konularını genellikle halk hayatından ve
Kurtuluş Savaşı'ndan alan Kemal Tahir bu döneme damgasını vuran
yazarlarımızdandır.
•
Haldun Taner konularını şehir hayatından
seçerken hikayelerinde ince gülmece ve hiciv anlayışını ustalıkla kullanmıştır.
Tarık Buğra ise kişisel yaşantıların yanı sıra toplumsal ve tarihi meseleleri
konu olarak seçmiştir. Yazar roman, edebiyatımızda önemli bir yer edinmiştir.
hikaye ve tiyatro eserleriyle
•
Bu dönem edebiyatında tiyatro, gezi, hatıra ve
deneme, eleştiri türlerinde büyük gelişmeler yaşanmıştır.
•
Gezi, hatıra türünde Yusuf Ziya Ortaç; deneme
eleştiri türünde Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan ve
•
Cemil Meriç önemli yazarlarımızdandır. 1960-70
yılları tiyatro topluluklarının artması, yeni
•
yazarların yetişmesi , yeni konularla yeni
türlerin denenmesi ve seyirci sayısındaki artışla Türk tiyatrosu için önemli
bir dönem olmuştur.
•
1960'tan önce kurulmalarına rağmen Dormen
Tiyatrosu ve Kent Oyuncularının oluşturduğu Birleşik Sanatçılar Topluluğu 60'11
yıllarda Batı modelindeki özel topluluklara öncülük etti. Gülriz Sururi-Engin
Cezzar, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner toplulukları bunlardandı, Zeki Alaysa ve
Metin Akpınar tarafından kurulan Devekuşu Kabare Tiyatrosu günlük konuların
eleştirel bir biçimde ele alındığı müzikli güldürülerle tanınarak ön plana
çıktı. Bu dönemde geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerinden yararlanılarak
çağdaş Türk tiyatrosu oluşturma yolunda ciddi çalışmalar yapılmış, Batı tarzı
müzikli oyunlar sahnelenmiştir. Politik hayattaki canlılık tiyatroya yansımış,
köy, gecekondu ve göç sorunları oyunlara konu olmuştur. Keşanlı Ali Destanı ,
Yedi Kocalı Hürmüz, Kanlı Nigar, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı , Üç Karagöz,
Kurban, Sultan
•
Haldun Taner,
Turgut Özakman, Orhan Asena, Cahit Atay, Turan Oflazoğlu , Necati
Cumalı , Recep Bilginer dönemin önemli tiyatro yazarlarıdır.
•
Geçmişte başlayan millileşme ve
anti-emperyalist düşüncenin etkisiyle 1970-1980'li yıllar artık yabancı
oyunlardan ziyade yerli oyunların sahnelendiği yıllar olmuştur.
•
Türk Sineması toplumsal sorunlara ağırlık
vererek gelişme göstermiştir. Metin Akpınar, Zeki Alaysa, Münir Özkul, Adile
Naşit, Şener Şen ve Kemal Sunal sosyal içerikli konuları güldürü yoluyla
işleyen filimlerde rol almışlardır.
•
Orhan Gencebay'ın başrolünü oynadığı "Bir
Teselli Ver" ile birlikte başlayan arabesk tarzı filmlerin yanında
Amerikan kovboy filmlerinin örnek alındığı Türk filmleri de seyircinin
beğenisine sunulmuştur.
•
Bu dönemin önemli erkek oyuncuları arasında Cüneyt
Arkın, Kartal Tibet, Ediz Hun, Tarık Akan , Tanju Gürsu,
Tanju Korel; kadın oyunculardan ise Filiz Akın , Türkan Şoray, Fatma
Girik ve Hülya Koçyiğit sayılabilir.
•
1963'te Metin Erksan'ın "Susuz
Yaz" filmi, Berlin Film Festivali'nde "Altın Ayı" ödülünü
kazanarak uluslararası alanda önemli bir ödülün sahibi oldu.
•
Türk sinemasının gelişme göstermesiyle ilk kez
1964'te Antalya Film Festivali düzenlenmeye başlandı.
•
Ömer LütfıAkad , Metin Erksan ve Halit Refiğ
dönemin önemli yönetmenlerindendir.
•
1970'lerden itibaren renkli film sayısı hızla
artmasına rağmen televizyonun yaygınlaşması sinemaya olan ilgiyi azalttı.
•
Yaşanan toplumsal değişim beraberinde yeni
anlayışları, farklı fikir hareketlerini, yeni estetik değerleri de getirdi.
•
Kırsaldan göç eden insanların var olan
değerleri ile şehir kültürünün kaynaşması "arabesk" adı
verilen yeni bir anlayışı ortaya çıkardı. İnsanlar şehir hayatından umduklarını
bulamayarak hayal kırıklığı yaşadılar.
•
Bu durum daha önceki dönemlerde ortaya çıkan
arabesk müziğe de yansıdı.
•
1960’lı yıllarda bu müzik, Arap müziğinden
alınan ezgilere sözler yazılması şeklinde farklılık gösterdi. Özellikle Orhan
Gencebay ile tanınan arabesk müzik, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Hakkı Bulut ve
İbrahim Tatlıses ile toplumun büyük kesiminde yaygınlaştı.
•
1960’lı yılarda Fecri Ebcioğlu'nun
öncülüğünde aranjman (düzenleme) tarzı müzik ortaya çıktı.
•
Bu tarz, yabancı müziklere Türkçe sözlerle
şarkılar yazılarak oluşturuldu ve Türkçe bestelerin yolunu açtı.
•
1965 yılında Türk müziğine yeni sesler
kazandıran Altın Mikrofon Yarışması düzenlenmeye başlandı. Bu ilk
yarışmada birinciliği kendi bestesi “Gençliğe Veda” ile Yıldırım Gürses aldı.
•
Bu yarışmanın kazandırdığı müzisyenlerden Cem
Karaca ve Erkin Koray, 60'ların sonunda yaptıkları çalışmalarla
Popüler Batı Müziği 'ne yeni bir yön verdiler.
•
Moğollar isimli grupla 1970'te "ileri
teknikle zengin folklor öğelerini birleştirmek" amacıyla Anadolu-rock adı
altında yeni bir müzik tarzından ilk kez bahsedildi.
•
Bu tarzın önemli isimlerinden biri de Barış
Manço oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder