SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
2. Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da Almanya’nın, Asya’da Japonya’nın
yerini dolduracak devletlerin olmaması ve büyük devletler Birleşmiş Milletlerin barışı koruyacağına inanarak ordularının
büyük kısımlarını dağıtmışlardı.
Savaş sonrası askeri anlamda en güçlü ülkeler ABD ve
SSCB idi.
Savaş sonrası yapılan anlaşmalarla SSCB özellikle Avrupa’nın
doğusunu nüfuzu altına almıştı.
ABD’nin önceleri barışçı politika izlemesi istemesi
SSCB’nin yayılmacı politikasına yaradı. Bu durum üzerine bazı ülkeler, ABD’ye
yakınlaşmak zorunda kaldı.
2. Dünya Savaşı sonrası uluslar arası mücadele, farklı
dünya görüşlerinin çatışmasıyla başladı.
Soğuk Savaş diye adlandırılan bu dönemde devletler aralarındaki anlaşmazlık ve
çatışmaları doğrudan birbirlerine karşı sıcak savaşa girmeden sürdürmüşlerdir.
Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin etkinliklerinin
artması, Japonya’nın ekonomide yeniden güçlenmesi, Çin Halk Cumhuriyeti ve
Hindistan’ın ortaya çıkışları “Üçüncü
Dünya”
ya da “Bağlantısızlar” adı
verilen bir bloğu ortaya çıkardı.
Blokların Kuruluşu
SSCB’nin Almanları ilk durduran devlet olması
ve yapılan anlaşmalarla SSCB’nin işgallerini sonlandırılmaya karar veridiyse de
SSCB’nin nasıl çekileceği belirlenmemişti.
SSCB’nin etkisiyle kendi yönetimine benzeyen rejimler
ortaya çıktı.
Böylece uydu devletler oluşturularak “Doğu Bloğu”
ortaya çıktı.
SSCB’nin komünist partiler vasıtasıyla Doğu Avrupa’da
egemenlik kurması (Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Romanya)
üzerine ABD, “Truman Doktrini” ve “Marshall Planı”nı uygulamaya
koydu.
Almanya savaş sonrası dört işgal alanına ayrılmıştı. Batılı
ülkeler Almanya’nın yeniden birleştirilebileceğini düşünmüşlerdi. Fransa,
İngiltere ve ABD işgalleri altındaki bölgeleri birleştirdiler.
SSCB’nin batılı ülkeleri Berlin’den çıkarmaya çalışması Berlin
Buhranı’nı başlattı.
SSCB, Berlin’i abluka altına alır. Fakat bir süre sonra
ablukayı kaldırır. Batılı ülkelerin işgal bölgeleri üzerinde 1949’da resmi adı
“Federal Alman Cumhuriyeti (Batı Almanya)” kurulur.
Bu durum karşısında SSCB’de kendi bölgesinde Demokratik
Alman Cumhuriyeti kurdurdu.
Batı Almanya’nın batılıların desteğiyle gelişmesi Doğu
Almanların ilgisini çekmesin diye Berlin Duvarı inşa edildi.
Doğu Bloğu İçindeki
Gelişmeler:
1. YUGOSLAVYA ve ARNAVUTLUK
Alman işgaline uğrayınca Komünist partiler direnişe
geçerler. SSCB’nin herhangi bir yardımı olmadığından dolayı bu ülkeler
Moskova’ya daha mesafeli durmuşlardı.
2. ÇİN
Çin’de milliyetçiler ve komünistler Japonlara
karşı birlikte mücadele etmişlerdi. Savaş sonrası bu gruplar mücadele içine
girmişlerdir.
ABD desteğiyle milliyetçiler önce başa geçtiler. Fakat iyi
bir yönetim sergilemeyince SSCB’nin desteğiyle milliyetçiler yenilgiye
uğratıldılar.
Mao Zedong 1 Temmuz 1949’da Çin Halk
Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti
3. KORE
Kore, Yalta Konferansı
ile 38 enlemi sınır kabul edilerek ABD ve SSCB tarafından işgal edilmişti.
BM ve büyük devletlerin Kore birleşmesi konusunda
uzlaşmayınca ABD Güney Kore’de seçim
düzenlettirip Güney Kore Cumhuriyeti’nin
kurulmasını sağlayınca,
SSCB de
Kuzey Kore’de Kore Halk Cumhuriyeti’ni
kurdurup Komünist partiyi iktidara getirir. (1948)
4. KÜBA
Küba’da uzun yıllar hüküm süren diktatör rejimlerine
Batista’nın devrilmesiyle Fidel Castro
başa geçer (1959). Fakat ABD’nin Castro’yu devirmeye çalışması SSCB ile ABD’nin
arası bozmuştur.
Sovyetlerin Avrupa’da etkinliği artırması ABD’nin Truman Doktrini ve Marshall Planı’nı uygulatmaya soktu(1947). (Amaç, Avrupa ülkelerini
Sovyetlere karşı koruma ve ekonomik destek sağlamaktı)
ABD’nin bu politikasına karşı Sovyetler ve taraftarları COMİNFORM’u oluşturdu. (Amaç Moskova’yla uydu devletler arsında
bağları kuvvetlendirmekti)
Yugoslavya Komünist Partisi’nin işçi sınıfının
zayıflatılması bahanesiyle Yugoslavya Cominform’dan çıkarılmıştır. (Gominform Kararı)
Komünist ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğini
geliştirmek amacıyla da COMECON
oluşturuldu. (1949) (İtalya, Fransa ve Doğu ülkelerinin Komünist partileri
katılırlar.)
SSCB, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya,
Polonya kurucu üyelerdir.
Daha sonra Arnavutluk, Moğolistan, D. Almanya ve Küba
katıldı.
NATO’nun askeri etkinliğinin artması üzerine kolektif
savunma sağlanması için Varşova Paktı kuruldu.(1955)
(Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, D. Almanya, SCCB,
Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan)
Yugoslavya’nın
SSCB’den uzaklaşmasının nedenleri (Cominform’dan çıkarılma nedenleri)
1. SSCB’nin
Yugoslavya üzerinde tam bir denetim kurmak istemesi ve Yugoslav lider Tito’nun
buna direnmesi
2. Yugoslavya’nın
Balkanlarda lider devlet olmak istemesi ve buna SSCB’nin izin vermemesidir.
3. Yugoslavya’nın
kendini tehlike içerinde görmesi üzerine Balkan Paktı’na katılacaktır.
ABD bu ülkeyi Batı bloğuna çekmek için destek verecek ama
ülke Asya ve Afrika ülkelerinin oluşturduğu bağlantısızlar ülkelerinin
liderliğini üstlenecektir.
SSCB-Çin İlişkileri
Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1949'da kurulması, güçler
dengesini etkilemiştir. Yeni yönetim, SSCB ile ilişkilerini güçlendirmeye
yönelik politika izlemeye başladı.
Kore Savaşı bu yakınlaşmayı daha güçlendirdi. Buna karşılık
ABD yeni Çin yönetimini tanımadı ve bu ülkeye ticari ambargo uygulamaya
başladı. Daha sonra Pekin hükümeti, Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatından
çıkarılarak yerine Tayvan hükümeti alındı.
Bu gelişmelerin de etkisiyle 1953 yılına gelindiğinde
Çin-Rus dostluğu en üst seviyeye ulaştı.
Zamanla büyük bir güç hâline gelen Çin Halk Cumhuriyeti, SSCB'den bağımsız bir politika gütmeye
başladı.
SSCB-Batı ilişkilerinde başlayan yumuşama, Çin'in yalnız
kalmasına ve dayanışmanın bozulmasına neden oldu.
SSCB-Çin arasında 1960'tan itibaren artan anlaşmazlığın
nedenleri arasında
1. İki
ülke arasındaki liderlik iddiası,
2. Tarafsız
ülkelerde nüfuz rekabeti,
3. Batılı
devletlerle ilişkilerin şekli; Doğu Türkistan, Moğolistan gibi sınır bölgeleri
sorunu, SSCB'nin Çin'e yapacağı ekonomik yardımın miktarı ve zamanı
gösterilebilir.
Çin, 1965-1966'daki Kültür İhtilali'nden sonra çok
yönlü dış politika izleyerek Amerika ile ilişkilerini düzeltmiş, BM'ye tekrar
üye olmuştur. Bu gelişmeler Doğu Bloku’nun güç kaybetmesine yol açmıştır.
SSCB-Macaristan İlişkileri
Stalin'in ölümünden sonra Doğu Bloku’nda ayaklanmalar hızla
yayılmaya başlamış Doğu Berlin'den sonra Macaristan'daki fabrika işçileri
ekonomik şartlardan dolayı Haziran 1953'te ayaklanmışlardı.
Bunun üzerine SSCB, İmre Nagi'yi yeni başbakan
olarak atadı. Nagi, siyasi baskıları azaltarak reformlar yaptı. Nagi'nin
komünist sistemi yumuşatmaya yönelik politikaları SSCB tarafından tepkiyle
karşılandı ve Nagi görevden alındı.
Alınan tedbirlere rağmen Nagi döneminde temelleri atılan
adımlar, Macarlar arasında değişim isteğini güçlendirmiş bulunuyordu.
Gösteriler devam edip ayaklanmaya dönüştü.
Yeniden iktidara gelen Nagi'nin üst üste verdiği ödünler,
ayaklanmayı durdurmaya yetmedi.
Nagi, 1 Kasımda Varşova Paktı’ndan ayrılma kararını
açıklayarak Birleşmiş Milletler aracılığıyla büyük devletlerin korumasını
istedi.
Bu gelişme üzerine SSCB birlikleri Budapeşte'yi işgal etti.
Kısa sürede silahlı direniş bastırıldı. İşçilerin başlattığı genel grevin sona
erdirilmesi ise birkaç haftayı aldı.
Düzenin sağlanmasından sonra geniş çaplı tutuklamalara
girişildi.
Macar Millî Ayaklanması'nda Arnavutluk,
Çekoslovakya, Bulgaristan, SSCB'yi desteklemiş, Çin ise ayaklanmacıların haklı
olduğunu savunmuştur.
•
ÇEKOSLOVAKYA'DA DEĞİŞİM
Çekoslovakya Komünist Partisi 9 Nisan 1968'de
"Çekoslovakya'nın sosyalizme giden yolu“ adı verilen ve genellikle "harekât programı" adıyla anılan
bir belge yayınladı.
•
Bu belgede şunlar yer
alıyordu:
1. Sosyalizmin
dinamik gelişmesini geniş bir demokrasi ile birleştirerek yeni bir siyasi
sistemin kurulması.
2. Çekoslovakya
Komünist Partisinin devlet idaresine müdahalesinin önlenmesi.
3. Sosyalist
devlet idaresinin tek bir partinin elinden alınarak çok partili sisteme geçiş
için demokratik seçimlerin yapılması.
4. Toplanma,
dernek kurma, ifade, inanç, kanaat, basın ve seyahat hürriyetinin kabul edilip
sansürün tamamen kaldırılması.
1990'lı yıllarda bağımsız olan Çekoslovakya anlaşarak Çekya ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı
Doğu Bloku’nda görülen ağır ekonomik şartlar
Çekoslovakya'da da kendini gösterdi.
Mevcut hükümetin 30 Mayıs 1953'te enflasyonu düşürmeye
yönelik yayınladığı kararlar tepkiyle karşılandı.
1967'de Aleksander
Dubcek liderliğinde "insancıl komünizm" hareketi başladı.
Bu hareketin amacı, Çekoslovakya'da insan hürriyetini esas
alan bir komünist sistemini uygulamaktı.
Çekoslovakya'nın şartlarına uygun sosyalist demokratik
modelin kurulması ve serbest seçimlerin yapılması da ifade edildi.
SSCB, Varşova Paktı
üyelerinin desteğini de alarak Çekoslovakya'daki “insancıl komünizm”
hareketini ikili görüşmeler ve baskı yoluyla engellemeye çalıştıysa da başarılı
olamadı.
Gelişmeler üzerine "Varşova Paktı Ordusu" 21
Ağustos 1968'de Çekoslovakya'yı işgale başladı. Çeklerin "insancıl
komünizm" hareketi başarısızlıkla sonuçlandı.
2. Batı Bloku’nun Kuruluşu
ABD'NİN SOĞUK SAVAŞ POLİTİKASI
ABD Soğuk Savaş Döneminde, öncülük ettiği uluslararası
anlaşmalar ve paktlarla güvenlik çemberini sürekli genişletmiştir.
Bu dönemde ABD, otuz ülkede bir milyondan fazla asker
bulunduruyordu.
Kırk iki ulusla karşılıklı savunma anlaşmaları (Kore,
Filipinler, Tayvan, Japonya vb. vardı. ) Elli üç uluslararası teşkilata üye
bulunuyordu. Dünyada neredeyse yüz ulusa askerî ve ekonomik yardım yapıyordu.
SSCB'nin yayılmacı politika izlemesi, Türkiye'den toprak ve
üs istemesi ve Yunan iç savaşı, İngiltere'yi endişeye düşürdü.
İngiltere'nin ekonomik nedenlerden dolayı bölgedeki
askerlerini çekeceğini belirtmesi ve SSCB yayılmasını ancak ABD'nin
engelleyebileceği yönündeki telkinleri, kabuğuna çekilmeyi düşünen ABD'nin
Batı'nın liderliğini üstlenmesi için açık bir davetti.
Bu davet ABD'yi aktif politika izlemeye sevk etmişti.
ABD, 1946'dan sonra SSCB yayılmasına karşı Doğu Bloku’nu
kuşatmaya yönelik bir "çevreleme politikası" izlemeye başladı.
Bu doğrultuda Truman Doktrini ve Marshall Planı uygulamaya konulmuş, paktlar
kurulmuş, askerî anlaşmalar imzalanmıştır.
UYUYAN İÇ SAVAŞ
II. Dünya Savaşı'nda
Yunanistan'da "Ulusal Kurtuluş Ordusu" (ELAS) ve "Hür
Demokratik Yunan Ordusu" (EDES) örgütleri Alman işgaline karşı
başarılı mücadeleler vermişti.
İki grup arasında
politik çekişmelerden dolayı 1944'te başlayan mücadele 1948'e kadar
devam etmiş ve iç savaşa dönüşmüştü. ELAS,
SSCB ve Yugoslavya'dan, EDES ise ABD ve İngiltere'den destek görüyordu.
1950'ye kadar süren
çatışmaların sona ermesinde Cominform’dan çıkarılan Yugoslavya'nın çetecilere
yaptığı yardımı kesmesi ve ABD tarafından yürürlüğe konan Truman Doktrini
etkili olmuştur.
A. Truman Doktrini
ABD'nin Batı dünyasının liderliğini açık bir şekilde
üstlenmek için yaptığı ilk girişim, Truman Doktrini'nin ilanı olmuştur.
Truman Doktrini'nin uygulamaya konulmasının nedeni ABD
yöneticilerin dünyanın SSCB tehdidi altında bulunduğuna dair endişeleridir.
Truman Doktrini, yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve
SSCB-ABD mücadelesinin başladığını ilan etmiştir.
Ayrıca Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi çok daha
kesin çizgilerle ortaya koymuştur. Yunan İç Savaşı’nın seyrini
değiştirip merkezi hükümetin komünistleri yenmesini sağlamıştır.
NOT: Doktrinin uygulanması bir başka açıdan II. Dünya
Savaşı'ndan önce İngiltere'nin etkisi altındaki bir bölgenin kontrolünün ABD
tarafından devralındığının göstergesidir.
ABD, bu doktrini Orta Doğu'ya doğru genişletmek için
girişimlerde bulundu.
Ancak Moskova'nın o dönemde Orta Doğu'da fazla etkin
olmaması nedeniyle kendilerini tehlikede görmeyen Arap devletleri doktrinin
genişletilmesine izin vermediler.
B.Marshall Planı
Marshall Planı’na göre, Avrupa ülkeleri her şeyden önce
kendi aralarında bir ekonomik iş birliğine girişmeli, iş birliği sonunda
ekonomik açık ortaya çıktığında ABD, bu açığın kapatılması için yardım
etmeliydi.
Plan, her Avrupa ülkesine Amerikan malı malzeme ve makine
yardımını kapsıyordu.
Marshall yardımları kapsamında Türkiye'ye gönderilen süt tozları
16 Avrupa ülkesinin üyeleri Türkiye dâhil, 22 Eylülde
Amerika'ya sunulmak üzere bir "Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı"
hazırladılar. Bu program üzerine ABD, 3
Nisan 1948'de "Dış Yardım Kanunu"nu çıkardı. Bu kanuna
dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya,
Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda,
Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik
yardım yaptı.
Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı.
Marshall Planı, SSCB ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Yugoslavya
dışındaki Doğu yardımları sonucunda üç yıllık bir süre içinde tarım ve sanayi
üretimi savaş öncesine oranla büyük bir artış gösterdi.
Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16
Nisan 1948'de "Avrupa Ekonomik İş Birliği Teşkilatı"nı
kurdular.
Truman Doktrini’ne Karşı
Marshall Planı'na
karşılık SSCB de uyduları arasındaki ekonomik iş birliğini geliştirmek için,
"Molotof Planı" ile ikili ticaret düzenini kurdu.
Çekoslovakya başta
olmak üzere bazı uydu ülkeler "Marshall Planı"na katılmak için
büyük istek göstermiştir.
SSCB'nin
Çekoslovakya'da tam egemenlik kurabilmek amacıyla Şubat 1948'de
gerçekleştirdiği "Çekoslovak Darbesi"nde bunun büyük bir
etkisi vardır.
C. NATO'nun Kuruluşu
Marshall Planı ve Truman Doktrini, SSCB'nin Orta Doğu ve
Avrupa'daki yayılma faaliyetlerine karşı ABD'nin almış olduğu ilk tedbirlerdir.
Çekoslovak darbesinden (Şubat 1948) sonra, İngiltere,
Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında “Batı Avrupa Birliği” (Mart
1948) adı verilen bir ittifak sistemi kuruldu.
Berlin Buhranı (Haziran 1948), Batı savunmasının
örgütlenmesine hız vermişti. Ancak Batı Avrupa devletlerinin gücü SSCB'ye karşı
gerekli dengeyi kurmaktan yoksundu.
Bu nedenle Amerika'nın bu savunma sistemini desteklemesi
gerekiyordu.
Sonunda SSCB'nin tehditlerine karşılık 4 Nisan 1949'da 12
Batılı ülke (İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya,İzlanda,
Danimarka, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, ABD, Kanada) arasında kısa adı ile
NATO (North Atlantik Treaty Organization) olan Kuzey Atlantik
İttifakını kurdu.
İttifak, savunma amacı yanında siyasi, ekonomik, sosyal
alanlarda da iş birliğini amaçlıyordu. NATO'nun kurulmasıyla Sovyet yayılmasına
karşı etkili bir set kurulmuş. Doğu Blokuna karşı denge sağlanmış ve Batı Bloku
ortaya çıkmıştır.
Türkiye ve Yunanistan 1952 de, Batı Almanya 1955'te ve İspanya da 1982 yılında
NATO'ya
katılmıştır.
D. Avrupa Konseyi'nin Kuruluşu
İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İrlanda,
Danimarka,Lüksemburg, Norveç ve İsveç 5 Mayıs 1949'da Londra'da Avrupa
Konseyini kurdular.
Konseyin çalışma alanları, insan hakları, medya, hukuki iş
birliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik vb. olarak
belirlenmiştir.
Türkiye Konseye 8 Ağustos 1949'da üye olmuştur.
E. Avrupa Ekonomik Topluluğu
(AET)
Avrupa'nın bütünleşmesi ile ilgili düşünceler çok eskilere
dayanmakla beraber bu düşünceyi gerçekleştirecek koşullar ancak XX. yüzyılda
oluşmuştur.
Avrupa’nın iki büyük savaş yaşamasına karşılık çözüm olarak
da Avrupa devletleri arasındaki düşmanlığı ortadan kaldıracak bir bütünleştirme
gerekiyordu.
1. Avrupa
devletleri bu bütünleşmeyle kendi ekonomik potansiyellerini birleştirerek bir
Avrupa pazarı oluşturmak
2. Sovyetler
Birliği'nin Batı'ya doğru yayılmasının engellenmesi yönünde önemli bir adım
atmak
Birliğin asıl temeli ise 9 Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dış
İşleri Bakanı Schuman'ın yayımladığı bir bildiri ile atılmıştır.
AB'nin kuruluşunda etkin devletler
B. PAYLAŞILAMAYAN ORTADOĞU
DÜNYANIN FIRTINA MERKEZİ
Gerçekten Orta Doğu'nun istikrarsız ve karışık durumu;
1. başta
bölgenin jeopolitik konumu dünyanın en geniş petrol rezervlerine sahip
bulunması,
2. bölge
devletlerinin görüşleri ve hedeflerinin birbiri ile çatışması;
3. gelir
dağılımının dengesiz olması ,din ve mezhep farklılıkları... gibi bir takım
köklü faktörlerden kaynaklanmaktadır.
Bir Amerikalı profesör bu nedenle, bölgeye "dünyanın
bir numaralı fırtına merkezi" adını yakıştırmıştır."
Orta Doğu'da Osmanlı Devleti egemenliğinde yaşayan bazı
Arap toplulukları millî devletlerini kurabilmek için ayaklanmışlardı.
SSCB yönetiminin, Çarlık dönemine ait gizli anlaşmaları
açıklaması ve ABD'nin de sömürgeci politikalara karşı çıkması, İngiltere ve
Fransa'nın planlarını bozmuştu. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa manda
yönetimleri kurarak bölgedeki egemenliklerini devam ettirmişlerdi.
Savaştan yıpranarak çıkan Avrupa devletleri, Orta Doğu
ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine karşı koyacak durumda değildi.
Ayrıca SSCB ve Nazi
Almanyası’ndan gelen tehditler İngiltere ve Fransa'nın hareket alanını
kısıtlıyordu.
1930'ların ekonomik bunalımıyla ortaya çıkan toplumsal
huzursuzluklar, muhalefet liderlerinin
halk desteğini arkalarına almalarında önemli bir etkendi.
Bu gelişmeler üzerine bölge ülkeleri bağımsızlıklarını
kazanmaya başladı ve monarşi yönetimleri kuruldu.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş Döneminde Batılı
devletlerin ABD, Doğu Bloku ülkelerinin ise SSCB önderliğinde iki kutba
ayrıldığı dünyada özellikle Müslüman toplumlar kendilerini bu iki kutbun
dışında tutmaya çalıştılar.
Bununla beraber bağımsızlık sürecinde Batı karşıtlığının
artması ve sosyalist bloktan da gelen destek, Mısır, Suriye, Irak gibi bölge
ülkelerinin Doğu Bloku ile ilişkilerinin gelişmesini sağladı.
Batılı devletler, kültürel ve dinî özelliklerini bir tarafa
bırakarak bu devletleri gelişmekte olan ülkeler statüsündeki blokların dışında
değerlendirdiler.
Bölgenin zengin yer altı kaynaklarına sahip olmasına rağmen
ekonomik açıdan gelişememiş halk, bu zenginlikten faydalanamamıştır.
Manda döneminin mirası olarak toplumlardaki etnik ve dinî
parçalanmışlık, Orta Doğu ülkeleri için sorun teşkil etmeye devam etmiştir.
Etnik ve dinî kaynaklı sorunlar bölge ülkelerinde günümüze
kadar süren iç çatışmalara sebep olmuştur. Bu da ülkelerin siyasi, ekonomik ve
kültürel gelişmesini de engellemiştir.
1. İsrail'in Kuruluşu
Davud yıldızı İsrail'in bayrağıdır
İngiliz mandası altındaki Filistin'de bir Yahudi yurdunun
kurulması çalışmaları, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştı.
Bu amaçla toplanan ilk kongre, 29 Ağustos 1897'de
İsviçre'de Basel'de toplanmış ve bu kongrede Yahudilerin Filistin'de bir
"yurt" edinmesi kararı alınmıştı.
Filistin, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde yer
almaktaydı. Bu nedenle Dünya Siyonist Örgütü Başkanı Theodor Herzl,
Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine izin verilmesine karşılık II.
Abdülhamid'e Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını ödemeyi önermiş ancak istediği
sonucu alamamıştı.
Buna rağmen Filistin'de izinsiz olarak kurulan Yahudi
kolonilerinin sayısı gittikçe artmaktaydı.
BALFOUR DEKLARASYONU
"Yahudi
Siyonist beklentilerle uyum gösteren aşağıdaki bildirinin majestelerinin
hükümeti (İngiliz hükümeti)) tarafından bakanlar kuruluna sunulduğunu ve kabul
edildiğini bildirmekten zevk duyarım.
Majestelerinin
hükümeti, Filistin'de Yahudi halk için ulusal bir yurt kurulmasının
lehindedir ve bu amaca ulaşılabilmesi için gerekenleri elinden geldiğince
yapacaktır.
Filistin'de bulunan
Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinî haklarına yönelik hiçbir tarafgirlik
ve herhangi bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve siyasi konuma
halel getirilmesine meydan verilmeyeceğinin bilinmesi gerekir."
I. Dünya Savaşı sırasında, Başkan Wilson'un da Yahudi
sorununu benimsemesi, İngiltere'yi harekete geçirmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı
Balfour, 2 Kasım 1917'de Siyonist Federasyonu Başkanı'na gönderdiği mektupta,
İngiltere'nin Filistin'de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini resmen
bildirmişti.
"Balfour Deklarasyonu" adını alan bu
belge, Yahudi devleti kurulması
sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır.
Bu tarihten sonra Yahudiler, büyük kitleler hâlinde
Filistin'e göç etmeye başladılar.
İngiltere'nin 1917'den sonra takındığı tutum ve izlediği
politika, Araplar arasında bu devlete karşı sert tepkilere yol açtı.
Diğer yandan Araplar ile Yahudiler arasında çarpışmalar
başladı. Bu arada Filistin'in iki taraf arasında bölünmesi düşüncesi ortaya
atıldıysa da bundan bir sonuç alınamadı.
Ancak bu dönemde Filistin'e Yahudi göçü devam etti. Bunun
sonucunda da 1882 yılında 35.000'i geçmeyen Yahudi nüfusu 1939 yılı sonlarında
463.535'e ulaştı.
Yahudiler, II. Dünya Savaşı sırasında da Filistin'de bir
İsrail devleti kurmak amacıyla çalışmalarını sürdürdüler.
Savaşın sonlarına doğru Filistin'deki Yahudiler de
girişimlere başladı. Bu arada Filistin'de bağımsız Arap Devleti kurulması için
Arap devletleri de çalışmalarını hızlandırdılar.
İngiltere'nin Yahudileri desteklemesine karşılık Almanya ve
İtalya, Arapları destekliyordu.
İngiltere, ABD'nin de desteğini alarak 1947'de Filistin
sorununu Birleşmiş Milletler Teşkilatına götürdü.
BM’de Filistin'in Araplar ve Yahudiler arasında
bölünmesine, Kudüs'e tarafsız bir statü verilmesine karar verildi.
Birleşmiş Milletlerin bu taksim kararı Arap ülkelerinde
tepkiyle karşılandı.
Bu ülkelerde ABD ve Birleşmiş Milletler aleyhinde
gösteriler yapıldı. 1947 yılı Aralık ayı başlarından itibaren, Filistin'de,
Arap ve Yahudiler arasında çarpışmalar başladı. Güvenlik Konseyi konuyu
ele alarak görüştü fakat bir sonuç alınamadı.
Bu sırada da İngiltere, 14 Mayıs 1948'de,
Filistin'deki manda yönetimini tek taraflı olarak kaldırdı.
Aynı gün, İsrail Devleti'nin kurulduğu ilan edildi. Bu
tarihten sonra günümüze kadar uzanan Arap-İsrail savaşları ve Filistin sorunu
başlamıştır
2. Eisenhower Doktrini
ABD ve ORTA DOĞU
23 Temmuz 1954
tarihli ABD Millî Güvenlik Konseyi Raporu'nda Orta Doğu'daki Amerikan
politikası şöyle anlatılmaktadır:
Genel düşünceler:
1. Orta Doğu'nun hür
dünya için büyük stratejik, ekonomik ve politik önemi vardır. Bu bölgede
dünyanın en büyük petrol rezervleri bulunmaktadır. SSCB ile dünya çapında
yapılacak bir çatışmada hayati öneme sahip bölgeler, Süveyş Kanalı ve diğer
doğal savunma sınırları SSCB etkisine girerse ABD'nin menfaatleri tehlikeye girer.
2. Orta Doğu'daki
mevcut şartlar ve gelişmeler Batı menfaatleriyle ters düşmektedir. Bölge
halkı; ABD’yi İngiltere ve Fransa
müttefiki olduğundan dolayı iyi göle bakmamaktadırlar.
3. Bölgeye Sovyet
saldırısından çok, bölge ülkelerinin SSCB yayılmasını bir tehlike olarak
görmemelerinden kaynaklanmaktadır.
İngiltere ve Fransa'nın Orta Doğu'dan çekilmesinden sonra
bölgedeki siyasi boşluğu doldurmak isteyen ABD, Bağdat Paktı’nın kurulmasında, Süveyş
krizi esnasında İngilizlerin ve Fransızların Mısır'dan çıkarılmasında etkin
ve tarafsız bir rol oynamıştı.
Ama Süveyş krizinde SSCB'nin Araplardan yana tavır koyması
bu devletin Orta Doğu'da ilgi görerek taraftar bulmasına.
Batı karşıtlığının artmasına sebep oldu.
Süveyş krizi
Süveyş krizi, 1956
yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu ittifak ile Mısır arasında
yapılan savaştır.
Mısır lideri
Nasır'ın Batılıların kontrolündeki Süveyş Kanalı'nı milleştirdiğini açıklamasından
sonra çıkan savaş, SSCB ve ABD'nin baskısı nedeniyle İngiltere ile Fransa'nın
geri adım atmasıyla sona ermiştir.
ABD Başkanı Eisenhower, Orta Doğu'nun SSCB'nin kontrolüne
girmesini engellemek ve bölge halkını ABD'nin yanına çekmek için 5 Ocak 1957'de
kongreye bir mesaj gönderdi.
"Eisenhower
Doktrini" adını alan bu mesajın amacı: Orta Doğu ülkelerine ekonomik
ve askerî yardım yapmak, bu ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi
hâlinde Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin kullanılması için izin almak ve her yıl
200 milyon dolar harcama yetkisi istemekti.
Eisenhower Doktrini ile ABD, Orta Doğu ile ilişkilerini
geliştirmiş, SSCB ile ilk defa Orta Doğu'da karşı karşıya gelmeye başlamıştı.
Bu doktrin ile Orta Doğu ikiye ayrılmıştı. Lübnan, Pakistan,
Irak, Türkiye, Afganistan, Libya, Tunus, Fas ve en sonunda İsrail bu doktrini
kabul ettiklerini bildirdiler.
Buna karşılık Mısır, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan'dan
olumsuz tepki geldi. Bir kaç hafta sonra Suudi Arabistan, tutumunu değiştirerek
Eisenhower Doktrini'ni "iyi ve müspet" bulduğunu bildirdi.
SOĞUK SAVAŞ STRATEJİLERİ
Spykman, dünya egemenliği için İç Hilal (Türkiye,
İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya boyunca uzanan
kuşak) bölgesinin ele geçirilmesi gerektiğini iddia ediyordu.
Spykman kuramını şu
iki cümleyle formüle etmişti; "İç Hilal”, Avrasya'yı; Avrasya ise Dünya'yı
denetler."
Başta ABD olmak
üzere pek çok Batılı devlet, Soğuk Savaş Dönemi stratejilerini Spykman'ın bu
görüşü üzerine inşa ettiler.
Bir başka yorumcu Albay
Harry Sachaklian ise Soğuk Savaş Döneminde ABD'nin, SSCB çevresindeki
ülkelerde stratejik hava gücü konuşlandırması fikrinin temellerini attı. Ona
göre, stratejik üstünlüğün sağlanması için hava üstünlüğünün olması
şarttı. Bu nedenle Eisenhower döneminde İç Hilal bölgesindeki ABD yanlısı
ülkelerde hava üsleri kurulmaya başlandı.
UZAKDOĞU’DA ÇATIŞMA
Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Kuruluşu
Eylül 1949'da Mao'nun yönetimi ele geçirmesi ile Çin'de
komünist yönetim iş başına gelmişti.
Çin'deki rejim değişikliği, ülke içinde büyük
değişikliklere neden olduğu gibi Çin'in dış siyasetini ve uluslararası
politikayı da etkilemiştir.
Çin'deki yeni rejim, SSCB ve müttefikleri tarafından hemen
tanınarak Çin'le otuz yıllık dostluk ve ittifak antlaşması imzalandı. Bu durum
Asya'daki güçler dengesinde Doğu Bloku’nun ağırlığını artırmasına neden oldu.
Çin, ideolojisine uygun dış politika izleyerek ABD'ye karşı
Kore Savaşı'na girdi.
1956 Süveyş krizinde Batılı devletlere karşı Mısır'ı
destekledi.
Daha önce SSCB-Çin ilişkileri konusunda iki devlet
arasındaki ilişkilerin 1960'tan sonra Moskova- Pekin çatışmasına
dönüştüğü anlatılmıştı.
Hindistan'ın güçlenen Çin'i bir tehdit unsuru olarak
görmesi, Çin'in Hindistan sınır bölgesindeki Nepal, Bhutan ve Tibet'te
ideolojisini yaymak istemesi, 1959'dan itibaren iki ülke ilişkilerinin
bozulmasına neden oldu.
Ayrıca Pakistan'ın Keşmir meselesinden dolayı
Hindistan ile ilişkilerinin bozulması, Çin-Pakistan yakınlaşmasına sebep oldu.
Çin, Malaya'da İngilizler ve Çin Hindi'nde (Vietnam,
Laos, Tayland, Kamboçya) Fransızlarla mücadele eden devrimci gruplara ve
Vietnam Savaşı'nda ABD'ye karşı komünist Kuzey Vietnamlılara destek
oldu.
İzlediği dış politikayla uluslararası alanda yalnız kalan
ve SSCB ile ilişkileri bozulan Çin, 1960'ların sonundan itibaren Batılı
devletlerle ilişkilerini düzeltmeye başlamış ve 1972'de BM'ye tekrar üye
olmuştur
2. Uzak Doğu'da Hâkimiyet
Mücadeleleri
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da oluşan Soğuk Savaş
bir süre sonra Uzak Doğu'da da çatışmalara neden oldu. Uzak Doğu'daki bu
durumun sebebi, ABD ile SSCB arasındaki çıkar çatışmalarıdır.
Ayrıca ABD ve SSCB askerlerinin Kore'deki, Fransa'nın Çin
Hindi'deki varlığı diğer sebepler arasında gösterilebilir.
a. Kore Savaşı
II. Dünya Savaşı sonunda yapılan anlaşmalara göre Japonları
Kore'den uzaklaştırma görevi ABD ve SSCB'ye verilmişti.
Japonya savaşta yenilip teslim olunca SSCB, Kuzey
Kore'ye, ABD de Güney Kore'ye yerleşerek 38. enlem sınır olarak
kabul edilmişti.
Daha sonra SSCB ve ABD'nin iki bölgeyi birleştirmeye
yönelik müzakereleri sonuç vermeyince konu Birleşmiş Milletlere götürülmüştü.
Bu girişimden de bir sonuç çıkmayınca kuzeyde SSCB
kontrolünde Kore Halk Cumhuriyeti, güneyde de ABD kontrolünde Güney Kore
Cumhuriyeti kurulmuştu.
ABD'nin Güney Kore ve Japonya'da asker bulundurarak
üstünlük sağlaması, SSCB'yi tedirgin etmişti.
SSCB bu duruma Çin'de komünist yönetim kuruluncaya kadar
ses çıkartmamıştı. SSCB, Çin'de komünist yönetimin iş başına gelmesiyle ABD'yi
Uzak Doğu'dan uzaklaştırmaya karar verdi.
Moskova'nın talimatı ile Kuzey Kore, Güney
Kore'ye 25 Haziran 1950'de saldırıya geçti. Bu saldırı karşısında ABD'nin
başını çektiği bir Birleşmiş Milletler Kuvveti oluşturuldu.
Türkiye de bu kuvvete bir tugayla katıldı. Savaş 1953
yılında sona erdiyse de iki taraf da birbirine kesin üstünlük sağlayamadı.
Savaş sonunda SSCB, ABD'yi Kore'den
çıkaramayacağını anladı.
b. SEATO'nun Kuruluşu (8
Eylül1954)
II. Dünya Savaşı sonunda Kore gibi Vietnam da ikiye
bölündü. Kuzey Vietnam'da komünistlerin güçlerini arttırması ve Kore Savaşı
ABD'yi yeni tedbirler almaya yöneltti.
ABD, Uzak Doğu'daki etkinliğini arttırmak için bu bölgede
yeni bağımsız olan Tayland, Laos, Kamboçya ve Güney Vietnam'a askerî
yardımlarını arttırdı. Ayrıca Güney Doğu Asya Anlaşma Teşkilatını (SEATO)
kurdu.
Bu Teşkilat ABD, İngiltere, Fransa, Yeni Zelanda,
Avustralya, Filipinler, Tayland, Pakistan'dan oluşmuştu.
Böylece ABD, kurmuş olduğu SEATO ve diğer teşkilatlarla
SSCB'yi ve Çin'i Batı Avrupa kıyılarından Pasifik'e kadar uzanan bir çember
içine almıştı.
D. ASYA VE AFRİKA'NIN
KURTULUŞU
I. Dünya Savaşı sonrasında sömürge ülkelerde bağımsızlık
hareketlerinin başlamasına rağmen II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar bu
hareketler başarıya ulaşamamıştı.
II. Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa'da eğitim gören halkın
içinden çıkan bazı aydınlar Asya'da ve Afrika'da milliyetçiliği
yayarak bu düşüncenin önemli bir ideolojik güç hâline gelmesinde etkili
olmuşlardı.
II. Dünya Savaşı ise milliyetçiliğin dünya
genelinde yayılmasında ve sömürgeler üzerinde Batı egemenliğinin yıkılmasında
belirleyici etken oldu.
Batı Avrupa'nın güçlü devletleri, Asya'dan Afrika'ya kadar uzanan bölgede
sömürge halklarının kararlı bağımsızlık talebiyle baş edemeyecek kadar itibar
ve güç kaybetmişlerdir.
Bu durumda II. Dünya Savaşı'nda Batılı devletlerin
üst üste aldığı askerî başarısızlıklar, sömürge altında yaşayan
milletlerin bağımsızlık mücadelesine hız kazandırdı.
Savaş yıllarında toplumların olaylara bakışında meydana
gelen değişimle bağımsızlık düşüncesinin önem kazanması ve toprak ilhakının hoş
görülmemesi, sömürgeciliğe karşı tepkinin artmasına yol açtı.
Ayrıca Soğuk Savaş Döneminde sömürge halklarının
bağımsızlık talebi, bu halkları yanlarına çekebilmek amacıyla sömürgeci
devletlerin dışındaki bloklar tarafından da desteklendi.
Böylece Asya'dan Afrika'ya kadar bir çok ülke
bağımsızlığını kazandı.
1. Güney Asya'daki Gelişmeler
1763'ten beri İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da 1917'de
Mahatma Gandi'nin faaliyetleri milliyetçilik hareketlerine hız kazandırdı.
Bunun üzerine İngilizler 1919'da bazı eyaletlerde bir kısım
yetkileri halk tarafından seçilen yerli liderlere bıraktıysa da bu gelişme,
Hindistan'daki bağımsızlık mücadelesini durdurmaya yetmedi.
Bağımsızlık hareketleri Batı'da okuyan Hintli aydınlar tarafından
örgütlendi. Halk tarafından desteklenen bu aydınlar ilk olarak yerel
yönetimlerde söz sahibi olmaya başladı.
İngilizler, 1935'te Hindistan'da yeni bir anayasa
hazırladı. Eyaletlerde bütün yönetim yetkileri Hintli yöneticilere bırakıldı.
30 milyon kadar Hintliye seçme hakkı tanındı. Bu sırada
Hindu egemenliğindeki Müslümanlar, Hintlilerden ayrılarak ayrı bir devlet kurma
isteklerini dile getirdiler.
23 Mart 1940'ta Lahor'da toplanan "Müslümanlar
Birliği Cemiyeti Kongresi", Hindulardan ayrı bir Pakistan Devleti
kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin liderliğini Muhammed Ali Cinnah yapmaktaydı.
1945 yılında İngilizler, yeni bir anayasa hazırlanmasına
karar vererek, kurucu meclis ve geçici bir hükümet kurulmasını kabul etti.
1946'da Hint Yarımadası'nda Hindistan ve Pakistan
adlarında iki bağımsız "dominyon" kurulması kararlaştırıldı.
14 Ağustos 1947'de İngiliz askerlerinin Hindistan'ın
kuzeyinden çekilmesi ile Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler -İngiliz
Uluslar Topluluğu (Common-wealth) içinde ve dominyon statüsünde-
Pakistan adı ile kuruldu.
Ancak bu devlet, Kuzey Hindistan'ın doğu ve batısında
birbirinden çok uzakta iki bölümün birleşmesinden meydana geliyordu.
(Pakistan'ın bu durumu 1971'e kadar sürdü.) 15 Ağustos 1947'de
İngiltere'nin Hindistan'dan çekilmesi ile Hindistan, bağımsızlığını kazandı ve İngiliz
UluslarTopluluğu’nun bir üyesi oldu.
Hindistan ve Pakistan'daki bağımsızlık mücadelesi bölge
ülkeleri üzerinde etkisini göstermiş; Seylan, Birmanya ve Malezya İngiltere'den;
Endonezya Hollanda'dan; Vietnam, Laos ve Kamboçya, Fransa'dan bağımsızlıklarını
kazanmışlardır.
HİNT DİRENİŞİ
26 Ocak 1930'da ulus, kendi kendine "bağımsızlığa kavuşma"
andı içti. Mart ayında Gandi, yoksul halka yeni bir vergi yükü getiren Tuz Kanunu'nu
protesto etmek için kıyıda bulunan Dandi şehrine ünlü yürüyüşünü yaptı.
Bunu bastırmak için
peş peşe özel kanunlar çıkarıldı fakat bu kanunlar da direnmeye hedef olmaktan
başka işe yaramadı.
İngiliz Partisi komiteleri basının
sesini kısmaya, şiddetli sansür uygulamaya ve uzun süreli
tutuklamalara başladı.
Her çıkan özel
kanun, halkın direnişiyle karşılanıyordu. Halk İngiliz kumaşlarını ve mallarını
boykot etti. ( Bu direnmelere Pasif
İhtilal denir)
Pasif ihtilal dünya kamuoyunda belli
bir yer işgal eder hâle geldi.
Hindistan 1947'de bağımsızlığını kazandıktan sonra iki
bloka da dâhil olmayıp Bağlantısızlar
Hareketi'nin önde gelen devletlerinden biri oldu.
Keşmir
meselesi sebebiyle 1965'te çatışmalar yaşadığı Pakistan'ın Çin ile ittifak yapması üzerine SSCB ile iyi ilişkiler
kurdu. Soğuk Savaşın sona ermesiyle ABD ile olan iyi ilişkilerini daha da
geliştirdi.
Bugün kalabalık nüfusu ve askerî gücüyle önemli bir ülke hâline gelen Hindistan, buna rağmen
kişi başına düşen millî gelir açısından hızlı bir büyüme gösterememiştir.
Ülkede toplumsal, dinî, bölgesel nitelikli çatışmalar hâlâ
devam etmektedir. Hindistan, yaşadığı sorunlara rağmen günümüze kadar
demokratik hükümet şeklini koruyabilmiştir.
PAKİSTAN
Kurulduğu günden itibaren uzun süre ordu tarafından
yönetilen Pakistan, Afganistan'ın SSCB tarafından işgal edildiği dönem Afgan
mültecilerinin akınına uğradı. SSCB-Hindistan ittifakına karşı Afgan
direnişçilerine destek verdi.
Hindistan ile yaptığı savaşlarla beraber ülkedeki dinî,
askerî ve siyasi çekişmeler ülkenin sosyal ve ekonomik dengelerini sürekli
bozmaktadır.
GÜNEY
ASYA ÜLKELERİNDE
II. Dünya
Savaşı'ndan günümüze kadar karışıklıklar hüküm sürdü.
Vietnam, Kamboçya gibi bazı ülkelerde
bağımsızlık kazanıldıktan sonra iç savaşlar çıktı.
İç çekişmelerin yanında Malezya ve Endonezya
gibi komşu ülkeler arasında sınır çatışmaları yaşandı. Bölge ülkelerinin bir
çoğunda uzun yıllar diktatörlük yönetimleri hüküm sürdü. Bu durum demokrasinin
gelişmesini engelledi. Parlamenter sisteme geçişler yakın zamanda görülmeye
başladı.
Bölge ülkeleri Soğuk Savaş Dönemindeki siyasi şartlara
bağlı olarak farklı bloklarla ilişki kurmuşsa da kendi aralarındaki sorunların
çözümünde büyük güçlerin müdahalesini dengelemek, siyasi, ekonomik ve ticari
alanda iş birliğini sağlamak amacıyla ASEAN (Güneydoğu Asya
Milletleri Birliği)'ı kurdu (8 Ağustos 1967).
Filipinler, Malezya, Tayland, Endonezya ve Singapur'un
kurduğu bu Teşkilata daha sonra Brunei, Vietnam, Laos, Birmanya ve Kamboçya
dâhil olmuştur.
2.
Afrika'daki Gelişmeler
1941'de Atlantik Paktı’nda Roosevelt ve Churchill
tarafından açıklanan ilkeler (hür irade ve özerklik) Afrika'daki Avrupa
sömürgeciliğinin sonunun geldiğini belirtiyordu.
Afrika'da sömürgeciliğin sona ermesi, İtalyanların
Etiyopya ve Libya'dan çıkarıldığı 1940'lı yıllarda başladı.
Afrika'daki devletlerin, bağımsızlıklarını kazanmalarına
rağmen insanlar dünya standartlarının altında yaşamaktadırlar.
Kabilecilik
anlayışının hâkim olması demokratikleşmenin önünde en büyük engeldir.
Serbest seçim, özgür basın vb. kavramların toplum nazarında pek bir değeri
yoktur.
Ülkelerin çoğunda tek
parti ve askerî diktatörlükler
işbaşındadır.
Bugün dünyanın en borçlu kıtası olan Afrika'da dünyanın en
fakir ülkeleri yer almaktadır.
Afrika’nın Geri Kalma Nedenler:
·
İnsan
ve hayvan hastalıklarındaki artış,
·
kötü
yönetim,
·
tarım
arazilerinin azalması gibi sebepler üretilen gıda miktarının
düşmesine neden olmaktadır.
·
Sağlık
sorunları,
·
altyapı
ve finansman eksikliği yüzünden en üst noktaya ulaşmıştır.
·
Batı
kültürünün etkisi ve
·
Batı'nın siyasi,
iktisadi müdahaleleri Afrika'daki
geri kalmışlığın sebepleri arasındadır.
Bağımsızlıklarını kazanan devletler, Doğu-Batı
mücadelesinde her iki blokun dışında kalarak öncelikle ekonomik kalkınmayı
hedeflemişlerdir.
Bu amaçla 25 Mayıs 1963'te Afrika Birliği Teşkilatı (OAU), 32 bağımsız
Afrika ülkesi tarafından kurulmuştur. Teşkilatın amaçları;
1. Afrika
ülkeleri arasındaki birlik ve dayanışmayı geliştirmek,
2. üyelerinin
bağımsızlıklarını gözetmek,
3. tüm
kolonileşme biçimlerini ortadan kaldırmak ve
4. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne ve
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne uygun olarak uluslararası iş birliğini
ilerletmek; üyelerinin ekonomi, diplomasi, eğitim, sağlık, bilim ve savunma
politikalarını uyumlu hâle getirmektir.
AFRİKA...
Afrika Birliği, kıtada 1963 yılından bu yana meydana
gelen 30 büyük savaşı şu şekilde sınıflandırmıştır:
·
Bağımsızlık sonrası savaşlar,
·
siyasi savaşlar,
·
doğal kaynakların (petrol,
bakır, altın vb.) kontrolü amacıyla yapılan savaşlar,
·
etnik savaşlar,
·
uyuşturucu ve elmas trafiğinin
kontrolü amacıyla yapılan savaşlar.
Kara Kıta'daki iç savaşların nedenleri ile ilgili de birçok
tespit ve analiz de yapılmıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir;
1. Ulus- devlet olma
süreci: Ulusal bütünlüğü sağlayıcı etkenlerin olmaması nedeniyle
ulus-devlet oluşumuna uyum sağlanamamıştır. Hâlihazırda, ulus-devlet süreci sancılı bir süreçtir. (Avrupa'nın büyük imparatorlukları da
yüzyıllar süren iç savaşlar sonrasında ulus-devletlere dönüşebilmiştir.) Afrika ülkeleri ise bu sürecin henüz
başındadır (Somali, Çad, Uganda).
2. Yapay sınırlar: Sömürgeci
güçlerin etnik, dinî ve diğer yerel gerçeklikleri göz ardı etmek suretiyle
oluşturdukları yapay sınırlar çatışma tohumları ekmiştir (Eritre, Kamerun,
Togo, Gana).
3. Kışkırtma nedeniyle baş
gösteren ayaklanmalar: Soğuk Savaş Döneminde büyük devletlerin provokasyonlarıyla
meydana gelen toplumsal ayaklanmalar ve bağımsızlık hareketleri ortaya çıkmış
ve bu esnada bazı çatışma süreçleri tetiklenmiştir(Angola, Mozambik, Zimbabve,
Namibya).
4. Etnik ayrımcılık: Kıta'da
şiddetli bir etnik ayrımcılık ve düşmanlık hüküm sürmektedir (Burundi, Raunda,
Liberya).
5. Dinî farklılıklar: Önemli bir çatışma dinamiğidir (Sudan).
6. Çeteleşmeler: Geçim
kaynağı hâline gelen çok uluslu ve çok etnik yapılı çeteleşmeler pek çok
çatışmaya kaynaklık etmektedir (Somali, Kongo, Fildişi Sahili). Öngörülebilir
bir gelecekte iç çatışmaların ve savaşların Afrika'nın makûs talihi olmaktan
çıkması mümkün görünmemektedir.
·
Zengin yer altı ve yer
üstü kaynaklarına sahip Kara Kıta'nın, gelişmiş ülkelerin ham madde ihtiyacına
hitap etmesi ve bu nedenle de neo-sömürgecilik faaliyetlerinin devam edecek
olması, Afrika ülkelerindeki iç savaş ya da çatışmaların yabancı devletlerin
müdahalesine açık olacağının habercisidir.
E. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE
TÜRKİYE
Soğuk Savaş Döneminde Türk Dış Politika
ABD Soğuk Savaş Döneminde SSCB yayılmacılığına karşı
jeostratejik konumundan dolayı Türkiye'yi yanında görmek istiyordu.
Türkiye ise SSCB'nin baskılarına karşı ABD ve Batılı
devletlerle iş birliği yaparak kendi güvenlik alanını genişletmeye yönelik
siyaset izlemeye yönelmiştir.
Çin
Halk Cumhuriyeti'nin yeni bir güç olarak ortaya çıkması ve Kore Savaşı, Türkiye'nin izlediği
politikanın haklılığını ortaya koymuştur.
Bu doğrultuda Türkiye, Avrupa Konseyine ve NATO'ya girmiş,
Balkan ve Bağdat paktlarının kurulmasında etkili rol oynamıştır.
a. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'
ne Girişi
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'nın Sovyetler Birliği tehdidi altında
kalması üzerine İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka,
İrlanda, İtalya, Norveç, İsveç 5 Mayıs
1949'da Londra'da antlaşma imzalayarak Avrupa Konseyini kurmuşlardı.
Batı ile siyasi, ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi ve
güvenliğini arttırma adına Türkiye ittifaklar sistemine yönelik önemli bir adım
atarak askerî niteliği olmayan bu Teşkilata 8 Ağustos 1949'da üye oldu.
b.NATO’ya giriş
Türkiye NATO'ya ilk müracaatını Mayıs 1950'de, ikinci
müracaatını ise Ağustos 1950'de yaptı.
25 Haziran 1950'de başlayan Kore Savaşı, Türkiye'nin Batı Bloku içinde yer alması için bir
fırsat oldu. Türkiye, Kore Savaşı'nın başlaması üzerine Birleşmiş Milletler Teşkilatının davetine olumlu cevap vererek
4.500 kişilik bir kuvvetle BM gücünde yer aldı.
Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yurt dışına asker
yollandı. Türkiye, bu girişimi ile Amerika'yı etkileyerek NATO konusunda bu
devletin desteğini almak istiyordu.Türkiye'nin Kore Savaşı'nda gösterdiği
başarı, Türkiye ile ilgili itirazları azaltmıştı.
Ayrıca Sovyetler Birliği'nin Avrupa'ya saldırma ihtimaline
karşı SSCB'ye yakın bir üs gerektiği, Türkiye'ye ilgiyi arttırmıştı.
15 Eylül 1951'de Ottowa'da
toplanan NATO Bakanlar Konseyi, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte kabul
edilmesine karar verdi.
TBMM, 18 Şubat 1952 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması ve Protokolünü
kabul etti. Türkiye'nin NATO'ya girişi ile Türkiye-ABD ilişkileri daha da
gelişti. Türk topraklarının güvencesi NATO güvencesi altına alınmış oldu.
c. Balkan Paktı'nın Kurulması
Türkiye'nin NATO'ya üye olması Sovyetler Birliği ve onun nüfuzu altındaki Bulgaristan tarafından tepki ile karşılanmıştı.
·
Yugoslavya'nın SSCB ile
tekrar yakınlaşması ve
·
Türk-Yunan ilişkilerinin
Kıbrıs meselesinden dolayı bozulmasıyla Pakt, gücünü kaybetmeye başladı.
d. Bağdat Paktının Kurulması
Türkiye'nin NATO'ya girişi ile Orta Doğu’da kendine düşen
görevle bölge ülkeleriyle savunma sistemi arayışına girmişti.
Bu tarihlerde Arap-İsrail gerginliği, İngiliz-Mısır
anlaşmazlığı Orta Doğu'da gergin bir hava oluşturmuştu.
Bu ortamda bölgede savunma ve güvenlik amaçlı kurulan,
Bağdat Paktının temeli Türkiye-Irak arasında atılmış (24 Şubat 1955),
daha sonra Pakta İngiltere, İran, Pakistan da katılmıştır. Arap Birliğini kurmak isteyen Arap
ülkeleri ile bu ülkeleri yanına çekmek isteyen SSCB de bu Pakta tepki
göstermiştir.
Irak'ta krallık rejiminin yıkılması sonucu yeni yönetim 1959'da, Bağdat Paktından çekildiğini resmen açıkladı. Irak'ın ayrılmasından sonra Paktın merkezi Ankara oldu. Paktın adı 18 Ağustos 1959'da Merkezî Antlaşma Örgütü (CENTO) olarak değiştirildi. Bu şekliyle yirmi yıl devam eden örgüt, Pakistan ve İran'ın ayrılmasıyla hukuken olmasa bile fiilen sona ermiş oldu.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ortamın elverişli
olması, Batı'nın demokratik fikirlerinden etkilenmiş bir kuşağın ve halkın
demokrasi talepleri, çok partili hayata geçişte etkili olmuştur.
İlk muhalefet partisi, Temmuz 1945'te Nuri Demirağ tarafından
Millî Kalkınma Partisi adıyla kuruldu. Diğer taraftan bir grup CHP milletvekili (Celal Bayar, Adnan
Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü) parti
programı ve kanunlardaki bazı değişiklik tekliflerinin (dörtlü takrir)
CHP grup toplantısında reddedilmesi üzerine partiden ayrılarak 7 Ocak 1946'da
Demokrat Partiyi (DP) kurdular.
Aynı yıl içinde İç İşleri Bakanlığından izin alınarak 13
parti kurulmuştur.
Birden fazla parti ile 1946 yılında seçimlere gidildi. Bu
seçimde CHP 397, DP 69, Bağımsızlar da 7 milletvekilliği kazandı. 1948 yılında
DP'nin İktidara karşı muhalefetini yetersiz gören bir grup milletvekili DP'den
istifa ederek Millet Partisi (MP)'ni kurdular.
Böylece Mecliste üç parti yer aldı(CHP, DP, MP). 14 Mayıs
1950'de yapılan seçimlerden Demokrat Parti aldığı % 55,2 oy oranı ile birinci parti
olarak çıktı.
Daha sonraki seçimde 27 yıl süren CHP iktidarı sona ermiş
ve DP iktidarı başlamıştı.
22 Mayıs 1950'de DP Genel Başkanı Celal Bayar cumhurbaşkanı
seçilerek hükümet kurma görevini Adnan Menderes'e vermiştir.
Uyguladığı
·
sosyal politikalar
(ücretli hafta sonu tatili, işçilere sendika kurma izni, genel af vb.),
·
1947'de başlayan ABD
yardımlarının bu dönemde artması ve
·
II. Dünya Savaşı'nın
ekonomik etkilerinin azalması
1954'te yapılan seçimlerde DP'yi 1950 seçimlerinden daha
yüksek bir oyla (% 58,4) tekrar iktidara taşımıştır.
Ekonomi alanında CHP'nin devletçilik modeline karşı daha liberal bir ekonomi modelini benimseyen
DP aralıksız on yıl iktidarda kalmıştır.
1947 yılı, ekonomi alanında da değişimlerin yaşandığı bir
yıl oldu.
"7
Eylül 1947 Kararları" ile Türk lirasının değeri % 50 (1 ABD
doları = 280 kuruş) düşürülerek ithalat kolaylaştırılmış, bankaların altın
satmalarına izin verilmişti.
Türkiye'de devletçi ekonomiden liberal serbest pazar ekonomisine
geçişin ilk adımı bu kararlarla gerçekleşmiştir.
DP iktidarının ilk yıllarında Marshall yardımlarıyla
desteklenen tarım, hızlı gelişme gösteren en önemli alanlardan biri olmuştur.
Traktör sayısındaki artış, ekilip biçilen toprak
miktarının da artmasına sebep olmuştur.
Çok iyi giden hava koşulları da eklenince Demokrat Parti yönetiminin ilk
üç yılında tarım ürünleri üretimi ve çiftçinin geliri oldukça artmıştı.
Tarımdaki bu büyümenin öncülüğünde, ekonomi bir bütün olarak % 11-13 oranda
büyüdü.
1951'de hükümet, Türkiye'de yabancı yatırımı teşvik etmek
için bir yasa hazırladıysa da beklenen sonuç gerçekleşmedi.
Özel yatırımcıların isteksizliği ve sermaye yetersizliği
büyük devlet işletmelerinin özelleştirilmesini engelledi.
Türk ekonomisinin zayıflama eğilimi ilk kez Eylül 1953'te
alınan ekonomik önlemlerde kendisini gösterdi.
Ekonomik canlanma dönemi 1954'te sona erdi.
Tarımda büyüme modern tarım yöntemlerinin kullanılmasından
çok ekili alanların genişletilmesine bağlı olduğundan, yaşanan kuraklıklar
tarım üretimini düşürdü ve Türkiye yeniden buğday ithal etmek zorunda kaldı.
Ekonomik büyüme % 4'e kadar düşerken dış ticaret açığı
büyük bir hızla arttı. Hükümet buna rağmen ithalatı ve yatırımları devam
ettirdi.
Ancak Ağustos 1958'de hükümetin dış borca duyduğu
gereksinim sonucu IMF'den borç alındı.
c. Sosyal ve Kültürel Hayatın Değişmesi
Refah seviyesinin artmasına bağlı olarak tüketimdeki artış
ve alışkanlıkların değişmesi,
tarımda hızlı makineleşmeyle beraber köyden kente göç
etmeye başlamışlar
kente gelenler kentin tüketim alışkanlıklarını benimsemiş
ve tüketim kültürü toplumun alt katmanlarına doğru yayılmıştır.
başta caz olmak üzere Rock
and Roll ve diğer müzik türleri Türkiye'yi etkisi altına almaya
başlamıştır.
Bu dönemin en önemli çıkışını önce bir radyo sanatçısı olarak
ünlenen ve sonradan sahnelere geçen Zeki Müren yaptı. Müzeyyen Senar, Neşet Ertaş gibi isimler dönemin diğer ünlü sanatçıları arasında
gösterilebilir.
Bu dönemde çevrilen Ö. Lütfi Akad'ın "Vurun Kahpeye“
filminde Batı sinemasının izleri görülmüştür
1940'tan sonraki yazar ve şairlerin daha çok sosyal gerçekçilik
akımına bağlı kaldıkları görülür.
Ülkenin içinde bulunduğu sosyal değişim ve gelişme bütün
yönleriyle bu dönemin eserlerine yansıdı.
1940'lı yıllarda ilk edebi hareket şiir alanında Garip
Akımı ile başladı. Orhan Veli'nin
öncülüğünü yaptığı grup, şiiri kurallardan soyutlamayı, anlatımda yeni bir dil
kullanmayı ve gelenekçiliği bırakarak yenilikçilik ilkesini benimsedi.
Garipçiler akımına karşı oluşan "İkinci Yeniler"in
şiir anlayışının temelini konuşma dilinden uzaklaşarak edebi sanatı bolca
kullanmak gibi ilkeler oluşturmuştur.
Bu dönemin diğer bir akımı ise 1950'de ortaya çıkan Hisarcılar
Grubu'dur. Bu grubu birleştiren temel amaç; toplumsal değerleri korumaktır.
Sanatçı bağımsızlığı, yaşayan dil ve millî sanat temel ilkeleridir.
Genel sağlık konusunda ise bu dönemde başta verem olmak
üzere salgın hastalıklarla mücadele millî bir dava olarak kabul
edilmiştir.
Kırsalda yaşayan halkın sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi,
sağlık personeli sayısının artırılması, personelin eğitim amacıyla yurt dışına
gönderilmesi, genel bütçeden sağlığa ayrılan payın arttırılması sağlık
politikasının temelini oluşturmuştur.
F. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE DÜNYA
Ekonomi Büyüdü:
·
Büyük sanayi ülkeleri,
1945-1975 yılları arasında benzeri görülmemiş bir ekonomik büyüme yaşadılar.
Hızlı nüfus artışı:
Nüfusun
en hızlı arttığı bölgeler, Asya'nın, Afrika'nın ve Latin Amerika'nın yoksul
bölgeleriydi.
·
Savaşı takip eden 25
sene içinde Batıdaki sanayileşmiş ülkelerde doğum oranı büyük artış gösterdi.
Şehirlere göçler:
·
Sanayileşmeyle birlikte
şehirlere göç hızlandı. Şehirlerin hızla genişlemesi ulaşımda otomobilin
kullanılmasına ve otomobil kültürünün doğmasına neden oldu.
·
Şehirleşmeyle birlikte insan
hayatında geleneksel ilişkiler değişti. Büyük aileler parçalandı ve doğum
oranında düşüş görüldü.
·
Diğer açıdan şehirlerde
ekonomik refaha kavuşamayan kitleler çoğu kez aşırı siyasi akımların gelişmesine
uygun ortam oluşturdular.
Bazı ülkelerde yönetim
değişti:
·
Asya, Afrika ve Latin
Amerika gibi ülkelerde iktidarın değiştiği (diktatörlüklerin kurulması,
bağımsızlıkların kazanılması gibi) görüldü.
·
Askeri
rekabet arttı:
·
Özellikle bloklara dâhil
ülkeler belirledikleri toplumsal, ekonomik, siyasi ve askerî hedeflere ulaşmak
için büyük çaba sarf etti.
·
Soğuk Savaş ortamında
her ülkede orduya büyük önem verildi.
Askerî harcamalar arttı.
·
Toplumsal
Değişim:
·
Savaştan sonra erkekler
tekrar iş hayatına döndüyse de kadınlar da iş hayatında etkin olmaya devam
ettiler.
·
Savaş sonunda teknik alanda sağlanan
gelişme günlük hayatı daha da kolaylaştırdı. Daha önce lüks olarak algılanan
birçok ürün evlerde kullanılmaya başlandı. Tüketimin teşvik edilmesi reklam
sektörünün hızla büyümesine sebep oldu.
·
TV önem kazandı: Radyo ve sinemanın önemi, televizyonun
icadıyla azaldı. Televizyon, günlük hayatın bir parçası oldu.
·
Müzikte
yeni gelişmeler:
·
Ekonomik büyüme içinde
rahat bir hayata sahip olan bu gençler yaşadıkları ortamı sorgulama imkânına
sahip oldular. Müzik alanında Amerikan hayat tarzını sorgulayan "Rock
and Roll" müziği ortaya çıktı. 1956-58 arasında bu müzik türünde Elvis
Presley büyük bir çıkış yakaladı.
Rock and Roll'un babası Elvis Presley
·
Bilimsel
gelişmeler:
·
II. Dünya Savaşı'ndan
sonra fen ve sosyal bilimlerde araştırmacı sayısı arttı.
·
II. Dünya Savaşı
sırasında geliştirilen bilgisayarlar insan yaşamını her alanda etkiledi. Savaş
yıllarında Amerikalı bilim adamları tarafından ENİAC adlı ilk bilgisayar
yapıldı.
·
Füze teknolojisinde
sağlanan ilerleme sonucunda ilk uydu Sputnik SSCB tarafından uzaya
gönderildi (1957).
·
Böylece atmosfer ve
uzayın keşfedilmesiyle, yerküremiz ve onun çevresi hakkında pek çok yeni
bilgilere sahip olunmuştur. Bu gelişmeler uluslararası rekabeti uzaya taşıdı.
·
Askeri
teknoloji teknik ilerlemeyi tetikledi:
·
Siyasi ve sembolik
öneminden dolayı nükleer olgu savaş sonrası teknik ilerlemenin temel
alanlarından biri hâline geldi. Bu alandaki bilgi önce askerî alanda
kullanıldı.
·
Nükleer enerji daha
sonra elektrik üretiminde de kullanıldı.
·
Hidrojen atomlarının
parçalanmasından elde edilen reaksiyonlarla, kıtalararası roketlerin yapılması
olağanüstü genişlikte iletişim ve denetim ağlarının kurulmasına sebep oldu.
·
Biyolojik
gelişmeler yaşandı:
·
Biyoloji alanında
DNA'nın kimyasal yapısı çözüldü.
·
Tarımsal alanda
ilaçlarla, uygun tohumlukların seçilmesi ve gübrelemeyle, sanayide ilerlemiş
tüm ülkelerde tarım hayatı kökten değişti.
·
Kimya
alanında gelişmeler yaşandı:
·
Kimya laboratuarlarında
yapılan yeni sentetik maddeler, sanayide gittikçe önem kazandı.
·
Ulaşım
alanında gelişmeler yaşandı:
·
Seyahatlerde demir
yolları ve gemiler kadar uçaklar da önemli bir yere sahip oldu.
·
Bilim ve teknik
alanındaki gelişmeler teknik eleman ihtiyacının artmasına, gelişmiş ülkelerle
geri kalmış ülkelerarasındaki farkın büyümesine neden olmuştu.
·
Şehirlerde nüfusun
artması, toplu konutları yaygınlaşmıştır. Ayrıca kule ve gökdelenlerin inşasına da önem
verildi.
·
Sanatta
gelişmeler:
·
Sürrealizm'in
temsilcilerinden Breton, Duchamps, Masson gibi edebiyatçılar ve sanatçılar
Amerika'ya göç ederek yaşamlarını burada devam ettirdiler.
·
Bu akımın etkileri
1960'ların ortalarına kadar sürdü. Avrupa ve ABD'de soyut resim anlayışı
gelişme gösterdi. Böylece New York, Paris için kullanılan sanatta "Batı'nın
başkenti" unvanını aldı.
Sürrealizm (gerçeküstü) sanat örneği
·
Spordaki
gelişmeler:
·
Sporda Akdeniz'e kıyısı
olan ülkelerin katıldığı bir organizasyon olan Akdeniz Oyunları, Ekim
1951'de ilk kez Mısır'ın İskenderiye kentinde düzenlendi.
·
Ayrıca Avrupa'da UEFA
Şampiyon Kulüpler Kupası 1955-1956 sezonunda ilk kez düzenlendi ve kupanın ilk
sahibi İspanya'nın Real Madrid takımı oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder