23 Kasım 2021 Salı

ANKARA SAVAŞI (1402)VE SONUÇLARI

ANKARA SAVAŞI (1402)VE SONUÇLARI

Timur Devleti (1369/1370-1507):

Kurucusu olan Timur’dan dolayı Timurlular olarak da bilinir. Devletin kurulduğu bölge dört Moğol ülkesinden biri olan Çağatay ülkesidir. Timur, 1370’de devletini Semerkant’ta kurdu. Horasan, Azerbaycan, Irak ve Altın Orda Hanlığına yaptığı seferlerle devlet sınırlarını genişletti. Memlük ve Osmanlı devletlerini de mağlup ederek Türk İslam dünyasında rakipsiz hale geldi. Ancak Timur’un 1405’teki vefatından sonra hanedan mensupları arasındaki taht kavgaları nedeniyle gücü zayıflamış toprak kayıpları ardından tarih sahnesinden çekilmiştir.

Harita 1: Timur devleti sınırları


·         XV. yüzyıl başında Anadolu’da büyük bir tehlike belirdi. Timur Devleti’nin kurucusu olan Timur, kısa sürede Harezm, Doğu Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye ve Altın Orda topraklarına sahip oldu. Özellikle Altın Orda Devleti üzerine düzenlediği seferler sonucu bu devletin Kırım, Kazan, Küçüm, Ejderhan, Kasım ve Nogay hanlıkları olarak parçalanmasına neden oldu. Bu durum Moskova knezlerinin güçlenmesine yol açtı.

Kiev knezliği


·         Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf ile Bağdat Hükümdarı Ahmet Celayir’e baskı yaparak bu iki hükümdarın Yıldırım Bayezid’e sığınmalarına neden oldu.

·         Ankara Savaşı’nın nedenleri:

1.       Türk-İslam liderliği düşüncesi (Timur’un Çin seferi öncesi batı sınırını güvence altına almak istemesi)

2.       Karakoyunlu sultanı Kara Yusuf ile Bağdat hükümdarı Ahmet Celayir’in Osmanlı’ya sığınması

3.       Anadolu beyliklerinin Timur’a sığınması

4.       İki hükümdar arasında sert ifade içeren mektuplaşmalar (günümüz Türkçesi ile mektupların detayını içeren ayrıntı için bakınız: https://www.turktarihim.com/bayezid-timur-mektuplari.html )

Bu mektuplarda Timur; Osmanlı’dan kendisine bağlanmasını, Anadolu beyliklerinin eski sahiplerine verilmesini, eski Türk töresine uygun olarak bağlılık göstergesi olarak şehzadelerden birinin kendisine rehin verilmesini ister. Aynı sertlikte Bayezid’in cevap vermesi savaşı kaçınılmaz kılmıştır.

5.       Timur’un Sivas’a, Bayezid’in Erzincan’a saldırmaları

 

Resim 1: Emir Timur


·         Osmanlı ve Timur kuvvetleri Ankara’nın Çubuk Ovası’nda karşılaştı. İlk saldırı Osmanlılardan geldi. Timur her ne kadar bu saldırıyla sarsılsa da fillerle takviyeli zırhlı kuvvetleri Osmanlı hücumunu önledi.

·         Osmanlı’nın yenilme nedenleri

1.       Osmanlı ordusunda yer alan Kara Tatar birlikleri ve Anadolu beyliklerine bağlı sipahiler Timur saflarına katılması

2.       Timur ordusunun fillerle takviyesi ve Timur’un istihbaratının etkisi

 

 

Resim 2: Ankara Savaşı’nda Timur’un ordusunun çoğu atlı okçulardı, ancak ordusunda Hint savaş filleri de vardı

·         Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Bu durum karşısında savaş meydanından çekilen Yıldırım Bayezid ve oğulları Şehzade Musa ile Şehzade Mustafa, esir edildi (1402).

 

 

Resim 3: Niğbolu savaşından sonra kendisine “Sultan-ı İklim-i Rum”(Roma imparatoru) unvanı verilen Yıldırım Bayezid


·         Ankara Savaşı’ndan sonra Timur bir süre daha Anadolu’da kaldı. Bursa’yı işgal ederek şehri yağmaladı.

·         İzmir’i Saint-Jean Şövalyelerinden alarak Aydınoğullarına verdi.

Harita 2: Timur’un Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’da gittiği yerler


·         Bu sırada esarete dayanamayan Yıldırım Bayezid vefat etti (1403). Asıl amacı Çin’i ele geçirmek olan Timur, Şehzade Mustafa’yı da yanına alarak Horasan’a hareket etti. Şehzade Musa’yı daha sonra serbest bıraktı. (Bu nedenle diğer kardeşler taht kavgası yaparken şehzade Mustafa mücadeleye katılamadı)

 

 

·         Ankara Savaşı’nın sonuçları:

1.       Timur, Anadolu beyliklerini yeniden kurdurarak (Karesioğulları ve Eşrefoğulları hariç) –Osmanlı Devleti de dâhil- hepsini kendine bağladı.

2.       Anadolu’da Türk siyasi birliği bozuldu

3.       Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi yaşadı. Yıldırım Bayezid’in dört oğlu (İsa, Musa, Süleyman ve Mehmet) arasındaki taht kavgaları yüzünden Fetret Devri yaşandı (1402-1413).

4.       Osmanlı’da yaşanan iç karışıklıklar, Bizans’ın siyasi ömrünün bir süre daha uzamasına neden oldu.

5.       Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki ilerleyişi bir süre durdu.

 

ETKİNİK: (Lütfen yapınız…)

Aşağıda iki harita verilmiştir:


1.       Birinci harita Ankara savaşı öncesi ikinci harita Ankara savaşı sonrasını göstermektedir. Bu haritalara göre Anadolu Türk siyasi birliği ile ilgili neler söylersiniz Yazınız.

………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………

2.       Fetret devrinde hangi şehzadeler arasında taht kavgası gerçekleşmiştir?

…………………………………………………………………………………….…………………………………………………………………………………….

 

3.       Osmanlı’nın Ankara Savaşı’nda yenilmesinin nedenleri nelerdir?

…………………………………………………………………………………….

…………………………………………………………………………………….

 

4.       Ankara Savaşının nedenleri ve sonuçları nelerdir?

a.       Nedenleri

…………………………………………………………………………………

…………………………………………………………………………………….

 

b.      Sonuçları

…………………………………………………………………………………….

…………………………………………………………………………………….

  

Toplumsal Sözleşme 4

 Toplumsal Sözleşme

4. Kısım

·         Genel İstem yok edilemez:  İnsanlar kendilerini bütün olarak gördükleri sürece yalnızca bir istemleri olur. Bu istemde bütünün gözetilmesi ve herkesin rahatlığı esastır. Bu durum için devletin kaynakları güçlü ve sade; kurallar da açık olmalıdır. Devletteki dirlik ve düzenlik, birlik ve eşitlik; siyaset kurnazlarının işine gelmez.  Sıradan köylülerin ağaç altında devlet işlerini düzenledikleri ve tartıştıklarını görünce kendilerinin ustalık ve gizlerle ünlü ve yoksul duruma sokan milletlerin ve ülkelerini küçümserim. Bir söz ustası Londra veya Paris halkına yuttrduğu saçmalıkları İsviçre’de yapamazlar. (Burada Cromwell ve Beaufort dukası eleştirilir.)

Roma'nın sembol harfleri;
Senatus Populusque Romanus; Roma Senatosu ve Halk



·         Toplum bağı gevşeyip devlet zayıflayınca özel çıkarlar ön plana gelir ki bu da tartışmaları ve anlaşmazlıklara neden olur. Bu durumun sonucunda en iyi düşünce bile kabul edilmemeye başlar. Devlet de yıkıma geçmeye başlar ki en aşağılık çıkarlar genel yararın yerini alır. Böylece genel istem dilsiz olmak zorunda olur.

·         Oylar: Uzun tartışmalar, ayrılıklar özel istemlerin ağır bastığını ve devletin sonunun geldiğini gösterir. Roma’nın cumhuriyet döneminde patricia ve pleb sınıflarının kavgası sıkıntı yaratmaktaydı. Bu kavga devlet içinde iki devlet görüntüsü verirdi. Oysa halkın tek istemi olmalıydı. Halk özgürlüğünü kaybedince korku ve dalkavukluk oyları alkışa dönüşür; artık toplumda konuşma yok hayran olma ve rakiplere lanet vardır.  Oybirliği ile onanma isteyen tek yasa vardır. O da toplum sözleşmesidir. Toplum halinde birleşmek en istemli iştir. Birey dünyaya geldiği zaman onu isteği dışında kimse buyrul altına almaz. Bir kölenin oğlu köle doğar demek insan olarak doğmadığını söylemektir.  Toplumsal sözleşmeye karşı gelenler bulunursa, onların karşı çıkması sözleşmeyi geçersiz kılmaz.

·         Seçimler: Devlet görevlilerinin seçiminde iki yol vardır. Seçim ve kura. Kura yollu seçim gerçek demokraside az verimlidir. Seçim ve kura birleştirilirse seçim yolu askerlik görevi gibi isteyen yerlere kura ise yargı görevi gibi sağduyuya dürüstlüğe bağlı yerlere birey bulmak için uygundur. Monarşilerde ne seçim ne de kura vardır. Tek hükümdarın seçme hakkı yalnızca kendisinindir. Demokrasilerde yönetim görevi bir üstünlük değil pahalıya oturan bir görevdir sadece.

 Roma’nın Comitia'ları


·         Roma’nın Comitia’ları: Roma cumhuriyet döneminde bile krallık dönemlerinin ordu yapısını kullandı. Kurucu devletin ordusu, Albinler ve Sabinler ile yabancı askerler diye üç kısma ayrıldı. Bu üç kolun her birine tribu denildi. Tribu’ların her biri on curia’ya bölündü. Curia’lar da decuria’ya bölündü. Ayrıca her kısımdan yüz süvarilik centuri adlı birlik meydana getirildi. Servius (MÖ 578-MÖ 535 yılları arasında hüküm süren Roma’nın krallık döneminin altıncı kralıdır.) bu ordu sisteminde reform yaptı. Bu düzenlemenin özü askerleri kentli ve köylü kollarına ayırması ki devletin genişlemesinin nedeni de budur.  Roma’lıların en ünlüleri bile köy yaşantısına hayranlıkların olup tarımla uğraşma yatkınlıkları vardır. Yabancı kökenli askerlerin sayısı zamanla o kadar arttığı için etkinlikleri de artması normaldir. Roma’nın halk meclisi olan comitia’ların varlığı Roma’nın en iyi yönetimi olduğunu ifade eder. Centuri ve curialarda oy toplama yolu satın alınmaya başlamasıyla Cicero( MÖ 106 –MÖ 43 yıllarında yaşamış hatip, bilgin yazar ve siyaset adamıdır) bu durumu cumhuriyetin sonunu getirdiği için kınar.  Rousseau, Venedik cumhuriyetinin yasalarını kötü adamların işine gelmekle suçlar.

Cicero



·         Tribunluk: Hükümdarla halk arasında bağlantıyı Roma’da Tribunluk sağlardı. Halk Tribunlarının yaptığı egemen varlığı hükümete karşı korur ki bunun karşılığı Venedik’te “onlar kurulu”dur.Akıllı ve ölçülü Tribunluk iyi devlet yapısının en sağlam yapısıdır. Oysa Tribunluk, korumak zorunda olduğu yasaları keyfiyete göre uygulamaya başlarsa zorbalık başlar.

·         Diktatörlük: Tehlikeyi önlemek veya devletin yok olmasını önlemek için olağanüstü dönemlerde tek kişiye bütün yetkiler verilir ki bu durum birini yasaların üstüne çıkardığı için geceleyin yapma geleneği vardı. Bazen diktatör seçmek Roma’yı yıkımdan kurtarmıştır.Cicero’nun consüllük dönemlerinde diktatör seçilmek istemediği için consül yetkisini aşmış ancak yasayı çiğnediği için de cezalandırılmıştı.

Ünlü Roma dictatoru: Gaius Julius Caesar (Sezar)


·         Censorlük:  Roma’da toplumun ahlak yapısını korumakla görevlidirler. Bu nedenle uygun görmedikleri davranışları cezalandırmakla görevleri vardır. Rousseau’ya göre, kanunları yargılayan onuru yargılar. Yasaların gevşemelerini tehlikeli görür. Yasalar gücünü yitirirse her şeyden umudu kesmek gerekir. Ahlakı bozuk birinin Sparta meclisinde söylediği iyi bir düşünce üzerine ephoreler (Sparta yargıçları) aynı düşünceyi erdemli birine söyleterek ahlakı bozuk olanın onurunu kırarlar. Yine ephorelerin mahkemesini kirleten Sisamlı birkaç sarhoşun davranışına karşılık Sisamlıların her türlü ahlaksızlığı yapma iznini vermeleri cezasızlık değil aslında en büyük ceza olmuş ve böylece Sparta yargıçlarının saygınlığı devam eder.

Ephoreler (Sparta yargıçları)


·         Toplum Dini: İlk dönemlerde insanların tanrılardan başka kralları yoktu. Hemen hemen bütün yönetimler dine dayalıdır. Her siyasi toplumun başına tanrı olduğundan her milletin tanrısı farklı olmuş ve farklı tanrılar ortaya çıkmıştır. Eski Yunanlıların başka toplumlarda tanrılarının aramalarını Yunanlıların kendilerini diğer milletlerin efendileri olarak görmelerine neden olmuştur.  Paganlık dönemlerinde her devletin kendine özgü dini ve tanrıları vardı. Siyasi savaş aynı zamanda dini savaş olduğundan ayrı olarak din savaşı görülmezdi. Paganların tanrıları başka tanrıların varlığını kıskanmazdı. Ancak Yahudilerin inancında Yahudiler başka tanrıların varlığını reddetmeleri onların zulme uğramalarının nedeni olmuştur.

·         Romalılar egemenlikleri altına aldıkları milletlere Jüpiter (baştanrı) adlı tanrılarına çelenk koydukları sürece inançlarında serbest bıraktılar. Bu şekilde Roma’da paganlık siyasi sınırlar dâhilinde genişleme imkânı da elde etmiştir. Öbür dünya krallığı düşüncesini anlamlandıramayan paganlara göre Hristiyanlar asidir. Bu nedenle onlara zulümler yapıldı. Zamanla Hristiyan egemenliği başlar, artık Avrupa’da krala mı yoksa papaya mı itiaat edilmeli sorunu yaşandı.

Roma baştanrısı Jupiter (Yunanlılarda Zeus)



·         İslamiyetin peygamberi de sağlam görüşler ortaya atmıştır. Siyasi sistemi dört halife döneminde uygulandı. Ancak, Araplar gelişip gevşeyince barbarlar onlara egemen oldu. 

·         İngiliz kralları kendilerini kilisenin başı saydılar. Ancak krallar kilise başı olmaktan çok hükümdarları oldu. Hobbes’in fikrine göre kartalın iki başı olan din ve siyaseti birleştirmek gerekliydi.  Bu birliktelik olmazsa devlet ve hükümet iyice kurumsallaşamazdı.

·         Burada Rousseau, Bayle ve Warburton’un karşıt düşüncelerini çürütmeye çalışır: Bayle; hiçbir dinin politik bütün için yararlı olmadığını söyler.(( Rousseau ‘ya göre, Oysa ki temelinde din olmayan devlet yoktur)) Warburton ise bunu tam tersini ifade eder. ((Rousseau ‘ya göre, Hristiyan yasası devletin güçlü yapısına zararlıdır))

·          Toplumla ilgisi bakımında din hem genel hem de özeldir.  Dini bir de insanın dini, yurttaşın dini ve papaz dini diye de ayırmalıdır.

1)      İnsanın dininde tapınak, sunak ve tören yoktur; tanrıya tapma incilin istediği şekilde sadedir.  Bu Hristiyanlık günümüzdeki değil de bütün insanları kardeş gören incil dinidir.

2)      Yurttaşın dininde memleket tanrıları var, dogmalar ayinler olup başkalarının dinlerini de kabul etmezler.  Bu şu bakımdan iyi görülebilir. Tanrı sevgisi yasa sevgisiyle birleştirilebilir. Yurttaşlara yurda karşı hayranlık aşılanabilir. Ama yanılgı üzerine kurulduğu için insanları aldatmaya meyillidir.  İnsanları da hoş görüşüz yapar. Kendi tanrılarına inanmayanları öldürmede sakınca görmeyen bağnazlar yetiştirir.

3)      İnsanların bir de üçüncü dini vardır: Japonların, Roma kilisesine bağlı Hristiyanların dini vardır. Bunda karma ve toplum yaşamına uymayan bir çeşit hukuk vardır; buna papaz dini der Rouseau.

·         Toplumsal birliği bozan her şey kötüdür.  Aslında Hristiyanlık ruhani dindir. Öbür dünya işleriyle uğraşır. Toplumun dirlik içinde olması Catiline ve Cromwell gibi iki yüzlü kişilerin işine gelmez. İnançlılar, devlet gücünü zorla ele geçiren kişiler zor kullanarak kon dökülebileceği için karşı koymazlar. Yabancı devletle savaş başladı mı inançlılar hemen savaşa giderler. Savaşı kazanma veya kaybetme önemli değildir. Sofu Hristiyanlar Roma karşısında savaşsalar muhtemelen yenilirlerdi. Hristiyanlık köleliğe bağlılık öğütleri de verir.

·         Hristiyan askerler, iyidir der bazıları fakat  Rouseau bu fikre katılmaz. Haçlılar bile din için değil kilise için savaştılar. Pagan devlet döneminde Hristiyan askerler yiğit iken zamanla Hristiyanlar kartalı (pagan inanç) kovunca kendi düzenleri de bozuldu. Ancak inanamayanları devlet sınırları dışına gönderebilir. Dinsiz diye değil de toplum yaşamına uymuyor diye.

·         İnsan cehennemlik saydığı kimselerle yaşayamaz, onları sevmek onları cezalandıran tanrıdan nefret etmek gibidir.

·         Sonuç: Bütün bunlar sağlandıktan sonra; devletler hukuku, ticaret, savaş ve barış, antlaşmalar konusuna gelinebilir.

 

Kaynaklar:

1.       Jean Jacques Rousseau, “Toplum Sözleşmesi”(çev. Vedat Günyol),T. İş Bankası Yay,İstanbul: 2021

2.       Jean Jacques Rousseau, “İtiraflar”, (çev. Reşat Nuri Güntekin),MEB Yay,İstanbul: 1991

3.       Gökçe H. Türkoğlu, “Roma Cumhuriyet ve İlk İmparatorluk Dönemlerinin İdari Yapısı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 11, Sayı 2, 2009, s. 251-289 (Basım Yılı: 2011)

4.       Sacide Vural, “J. J. Rousseau'nun “Toplum Sözleşmesi” Yapıtına Yönetim Bilimi Açısından Bir Bakış”, Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Dergisi, c: IX, S: 1 - 2, 1991

5.       Grotius, “https://tr.wikipedia.org/wiki/Hugo_Grotius”, 21/11/2021, s.01:22

6.       Ephor, “https://en.wikipedia.org/wiki/Ephor”, 21/11/2021, s.0:40

 

Toplam Sözleşmesi 3

 Toplam Sözleşmesi

3. Kısım

·         Genel olarak Hükümet: özgürce yapılan her iş iki faktörden meydana gelir. Biri işi belirleyen diğeri onu gerçekleştiren güçtür.

Rousseau, İhtilal fikirlerini etkilemiştir.


·         Siyasi bütünde güç ile istem birbirinden ayrılır. İsteme yasama gücü güce de yürütme gücü denir. Bunların ikisi birleşik olmalıdır. Şayet bu olmazsa siyasi bütünde bir şey ne yapılır ne de yapılmalıdır.

·         Hükümet, egemen varlığın sadece aracıdır. Hükümet, yurttaşlarla egemen varlığın karşılıklı ilişkilerini sağlamak amacı taşıyan yasaları yürütmek toplumsal özgürlükleri sürdürmede görevlidir. Bu bütünün üyelerine görevliler(kral/yönetici), bütününe hükümdar denir. Hükümet sadece egemen varlıktan aldığı buyruğu halka geçirmekle görevlidir. Egemen varlık yönetmeye, yönetici yasamaya, yurttaşlar da yasayı hiçe saymaya başladılar mı düzen bozulur.

·         Uyruk tek kaldığı için egemen varlığın ilişkisi yurttaş sayısı ölçüsünde artar ve devlet ne kadar büyürse özgürlükler de o kadar azalır. Hükümetin iyi olabilmesi için halkın güçlü olması gerekir.

·         Hükümet, kendini içine alan politik bütünün küçük ölçüde örneği olup elinde yetkileri olan tüzel kişidir. Egemen varlık etkin, devlet edilgin olmalıdır.

·         Çeşitli Hükümet biçimlerinin ana ilkesi: Devletle egemen varlık nasıl birbirinden ayrılıyorlarsa hükümdarla hükümet de birbirinden ayrılmalıdır. Halkın nüfusu ne kadar fazlaysa egemen varlığın uyruklarına olan ilişkisi o kadar artar. Hükümetin elindeki güç devletin gücüdür. Hükümet bu gücü ne kadar az kullanırsa halk üzerinde kullanılacak güç de azalır.

·         Yöneticiler ne kadar çoksa hükümet o kadar güçsüzdür. Yöneticinin birbirinden farklı sistemleri vardır:

1)      Yalnızca kendi çıkarını gözeten kişini istemi

2)      Yöneticilerin ortak istemi (Hükümdarlardan yanadır)

3)      Halkın ve egemen varlığın istemi

·         Hükümetin tek bir kişinin elinde olması halinde bütünün istemi en yüksek seviyede olur. Bu nedenle hükümetlerin en etkini bir kişinin elinde olmuş olanıdır. Yönetim işlerini görenlerin sayısı ne kadar artarsa işler ağır yürür. Yöneticilerin çoğalması hükümet işlerini gevşetir. Nüfusun artması da baskı gücünün artmasını beraberinde getirir. Bu nedenle nüfus arttıkça yönetici sayısının azaltılması gerekir. Bunları ifade eden Rousseau, hükümetin doğruluğu değil gücüne vurgu yapar.

·         Hükümetin bölümü: Hükümetlerin sayısına göre çeşitli türleri vardır.

1.       Demokrasi: Yönetim görevinin bütün halka veya büyük bir bölümüne verilir. Bu sistemde yönetici sayısı yurttaş sayısını geçebilir. Daha çok küçük devletlere uygulanmalıdır.

2.       Aristokrasi: Yönetim işinin azınlığın eline bırakılabilir. Bu sistemde yurttaş sayısı yönetici sayısından çoktur. Daha orta büyüklükteki devletlere uygulanmalıdır.

Aristokrasi, yönetimi azınlık yönetimidir.


3.       Monarşi: Yönetimin bir kişinin eline bırakılmasıdır. Diğer görevliler yetkilerinin bu kişiden alırlar ki bu genelde kraldır. Daha çok küçük devletlere uygulanmalıdır.

·         Bu sistemlerden demokrasi ve aristokrasi; aza ve çoğa elverişlidir. Demokrasi halkı içine alabildiği gibi bir kısmını da içerebilir. Aristokrasi ise az bölünmeler yatkındır. Bu durumlara Sparta ve Roma’dan örnek verir.  Yukarıda belirtilen sistemler duruma göre uygulanabilir veya uygulanamazdır.

·         Demokrasi: Yasayı yapan onun nasıl yürütülmesi gerektiğini bilir. Yürütme gücünü yasama gücüyle birleştiren anayasadır.  Hükümetin yasaları kötüye kullanmasında da kötüsü yasa yapanın ahlakça çökmesidir. Rousseau’ya göre demokrasi hiçbir zaman uygulanamazdır. Ona göre çoğunluğun yönetmesi, azınlığın yönetilmesi doğal düzene aykırıdır. Devlet küçük olmalı ki halk görüşlerinin rahatça toplanıp söyleyebilsin. Demokrasiyi varlığını korumak için esnek sistem olarak görür. Tanrıların milleti olsaydı yönetimleri demokrasi olurdu.



·         Aristokrasi: Bu sistemde hükümet ve egemen varlık vardır. İlk toplumlar kendilerini bu sistemle yönettiler.  Toplumun yarattığı eşitsizlik, zenginlik ve güçlülük yaştan üstün tutulunca tecrübelilerin yönetimden olmalarına neden oldu. Aristokratlar da seçime mahkûm edildi. Ona göre üç çeşit aristokrasi vardır:

1)      Doğal Aristokrasi: Basit halklara uygundur.

2)      Seçime bağlı Aristokrasi: Aristokrasilerin en iyisidir.

3)      Soydan geçme Aristokrasi: Yönetimlerin en kötüsüdür.

·         Doğruluk, bilgi, görgü, halkın tercih ve saygısını kazanan durumlar akıllıca yönetilmenin güvencesidir. Bilgelerin yönetimi en iyi ve doğal düzen gereğidir. Kendi çıkarları için değil halkın yararına yönelik davranırlar.  Aristokrasi halk hükümetine göre daha az erdem istese de zenginlikte ölçü gibi erdemleri de ister.

·         Monarşi:  Gücün bir kişinin elinde toplanmıştır. Bu sistemde birey kolektif varlığı temsil eder. Bu yöneticinin başat görevi halkın mamur edilmesidir.  Cumhuriyet sistemlerinden geri tarafı; cumhuriyet sisteminde aydın ve yetenekli kişiler göreve gelirken monarşide düzenbaz kişilerin başa geçmesi daha kolaydır. Çünkü halk, adamlarını göreve getirirken hükümdardan daha az yanılır. Bazı kral ailelerinde hükümdarlık babadan oğla geçer. Bu durumun nedeni kralların ölümünde olabilecek her türlü karmaşayı önlemek ve bu nedenle tahta geçiş sırası belirlenir. Hatta en iyi kralı belirlemektense en yeteneksiz en aptal kişiler bile başa geçirilme tehlikesi az değildir.



·         Karma Hükümetler: Basit hükümetler mi karma hükümetler mi daha iyidir? Basit hükümet basit olduğundan en iyi hükümet olarak görür.

·         Her yönetim biçimi her memlekete gitmez: Özgürlük her memlekette yetişen meyve değildir. Halk ne kadar vergi öderse halk çıkarına kullanılmadığı sürece halk yoksullaşır. Halkla hükümet uzaklaşırsa vergilerin ağırlığı artar. Özgür devletlerde her şey ortak yararadır. Zorbalık yönetimlerinde uyrukları mutlu etmek yerine halk yoksullaştırılır.  Zorba yönetimlerin sıcak iklimlerde kök saldığını, barbarlığın soğuk memleketlerde; en iyi toplum düzeninin ılıman kuşaklarda görüldüğünü ifade eder.  Chardon’a göre; Avrupalılar Asyalılara göre daha fazla tüketirler. Oysa İran toplumu daha az tükettiği için tenleri pürüzsüzdür. İranlıların yönetimindeki Ermeniler de Avrupalılar gibi yaşadıklarından derileri sert yüzleri sivilceli olarak görür.

·         En iyi yönetim belirtileri: En iyi yönetim hangisidir sorusunu sorar. Uyrukları kimi kamu düzenini savunurken kimileri de güvenliği, özgürlüğü veya zenginliği görür.

·         Hükümetin kötüye kullanılması ve bozulmaya yüz tutması: üküHHHükümetin bozulması için iki yol vardır: Biri hükümetin daralması diğeri devletin dağılmasıdır. Hükümetin daralması şöyle olur: Devletin Demokrasiden aristokrasiye ve sonra krallığa geçmesidir. Devletin dağılması da şöyle olur: Hükümetin yasalara göre yönetilmemesi ve ya devlet gücünün zorla ele geçirilmesidir. Devlet ortadan kalkarsa anarşi başlar. Demokrasi ortadan kalkarsa ochlocratie (( bilgisi ve yeteneği olmayan halkın çoğunluğunun desteğini alan popülist ve iyi konuşmacı olan siyasetçidir)) aristokrasi de oligarşi ((küçük ve imtiyazlı kişilerin yönetimidir))ye dönüşür.  Bazen tiranlık yönetimi de görülür: Hakka ve yasalara aldırış etmeksizin (iyi ve kötü yönettiğine bakılmaksızın) ülkeyi zorbaca yöneten kişilerdir.  Despotlar ise zorbalık veya düzenle yönetimi kendine mal edenlerdir.

·         Politik bütünü yok oluşu: En iyi kurulmuş hükümetler de yok olmaya mahkûmdur. Onları insana benzetir.  Devletin uzun ömürlü olması için en iyi düzeni sağlamakla olur.

·         Egemen güç nasıl sürüp gider: Egemen varlığın yasama gücünden başka yetkisi yoktur. Yasalarsa, genel istemin gerçek işlemleri olduklarından egemen varlık halk ile bir araya geldiği zaman iş görür. Yani yönetimler kurultay (meclis) toplamalıdır. Ancak alçak ruhlu insanlar büyük insanlara inanmaz kölelerse özgürlük sözüne gülerler.

·         Kurultay halinde toplanan halk bir defada anayasa yapamaz. Kurultayı arada belli sürede toplamalıdır. Hukuka uygun davranmalıdır.  Halkın toplanması halinde hükümetin yargı hakkı ortadan kalkar.  Ancak, yurttaş korka, gevşek ve özgürlükten çok rahatına düşkünse uzun süreçte sıkıntı olur.

·         Milletvekilleri ve temsilciler: Milletin temsilcileri millete hizmet için göreve getirilen işçi gibidirler. Halk tembel olduğu sürece yönetime katılamayacak ve kendi adına temsilciler karar vereceklerdir. Bu da devletin sonu demek olur.  Eski Yunan’da halk yapacağı işlere kendisi karar verirdi. Yunanlılar uygun iklimde yaşıyorlardı. İşlerini kölelere yaptırırlardı ve özgürlüklerine düşkündüler. (Acaba Yunanlılar özgürlüklerini kölelere mi borçlular)

·         Hükümet kurumu hiç de sözleşmeye dayanmaz: Egemen varlığın kendinden üstün bir varlık kabul etmesi çelişiktir. Kendini efendiye teslim etmek özgürlüğe veda olur.

·         Hükümet kurumu: Hükümetin kurulmasını yasa sağlamaktadır.

·         Hükümetin zorla ele geçirilmesini önleyen yollar: Hükümet kurma sözleşmeye değil yasaya dayanmalıdır. Yürütmeyi elinde tutanlar efendi değil görevlidirler. Hak istediği zaman onları değiştirebilmelidir. Ancak zamanla yürürlükten kaldırılmayacak bir yasa da yoktur. Ancak bütün yurttaşların oybirliği olursa toplum sözleşmesi bile iptal edilebilir.

Toplum Sözleşmesi 2

Toplum Sözleşmesi 

2. Kısım

·         Egemenlik başkasına geçirilemez: Toplumsal bağı kuran, bütün çıkarların arasındaki ortak noktalardır. Bu ortak noktalar olmasaydı toplumlar da var olamazdı. İşte, toplumlar da bu ortak çıkar açısından yönetilmelidir. Egemenlik, halk oyunun yürütülmesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle egemenlik başkasına devredilemezdir. İktidar başkasına geçebilir ama istem geçemez. Halk açıkça birine boyun eğeceğine söz verirse halk, halk olmaktan çıkar. Ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye bir şey kalmaz. Siyasi bütün de böylece yok olur.





·         Egemenliğin bölünmezliği: Egemenlik nasıl başkasına bağlanmazsa yine benzer nedenlerle bölünemez. Güç ve istem; yasama gücü ve yürütme gücü vergi, adalet ve savaş hakları gibi parçalara bölüyorlar. Egemen varlığı ayrı ayrı parçalara eklenerek oluşan gerçeksiz varlık durumuna düşürüyorlar. Grotius, Fransa kralı XIII. Louis’e sığındığından milletleri haklarından arındırıp haklarını krallara bırakmakta sakınca görmemiştir. Grotius’un çevirilerini yapan Barbeyrac, İngiltere kralı Georg’a sunduğundan Grotius’un yolundan gider.

·         Genel istem Yanılır mı? Genel istem kamusal yararlara yönelik olduğu için doğrudur. Ancak halkın kararlarının her zaman doğru olduğu sonucunu doğurmaz. Çünkü halk çoğu kez aldatılabilir.

·         Egemen gücün sınırlar: Devlet veya site yalnız üyelerinin birleşmesiyle kurulmuş tüzel kişi olduğuna göre her parçayı bütüne uygun biçimde işletip kullanmak için bazen zorlu süreç ister.  Her bir kişi toplum sözleşmesiyle gücünün, mallarının ve özgürlüğünün yalnız toplulukça önemli parçasından vazgeçer. Gerçekte önem konusunda söz sahibi yalnızca egemen varlıktır. İstemi genel yapan oyların sayısı değil de onları birleştiren ortak çıkar veya yarardır. Herkes başkalarına kabul ettirdiklerine kendisi de boyun eğer.  Toplumsal sözleşme halk arasında öyle bir eşitlik kurar ki herkes aynı koşullara bağlı olur. Ancak bu durum astla üst arasındaki ilişki değil de bütünün üyelerinin her biriyle yapılan sözleşmedir.

·         Ölüm kalım hakkı: Bazı kişiler kendi yaşamlarını kullanmaya hakları yoktur. Peki kendilerinde olmayan bu hakkı egemene nasıl verebilirler? Her insan yaşamını korumak için yine kendi yaşamını tehlikeye atma hakkına da sahiptir ve bu nedenle bundan sorumlu tutulmaz. Buna örnek olarak fırtınada denize açılan kayıkçı örneğini verir. Toplumsal sözleşmenin amacı, sözleşmeyi yapanların korunmasıdır.  Burada halkın genel çıkarının korunması esas olduğundan devlet için birini ölmesi gerekiyorsa o yurttaş ölmeyi göze almalıdır. Bu durum canilere verilen cezalarda da görülebilir. Kötülük yapan toplumun haklarını çiğnediğinden başkaldırmış ve düşman edilmiş olduğundan öldürülebilir.

·         Yasa: Toplumsal sözleşmeyle bütüne varlık ve yaşam verildikten sonra yasama aracılığıyla hareket vermek gerekir. Bu nedenle yasalar yapılır. İnsan doğaya uygun iken her türlüm adalet Tanrıdan geldiği kabul edilirdi. Adaletin kaynağı yalnızca tanrıdır. Ancak adaletin yüksekten alınması kolay olsaydı ne hükümete ne de yasalara ihtiyaç duyulurdu.  Hiç şüphesiz ki yalnızca akıldan çıkan evrensel bir adalet vardır. Anca bu adaletin aramızda geçerli olması için adaletin karşılıklı olması gerekir.

·         Yasalar genel istemin işlemleridir. Hükümdarlar devletin de üyesi olduğundan yaslara bağlı olmak zorundadırlar. “ İnsan  hem özgür hem de yasalara bağlı olabilir mi?” sorusunu yasalar sadece istemlerimizi saptayan birer belgedir der. Yasalar, toplumun birleşmesinin koşullarından biridir

·         Yasacı (Kanun koyucu): Milletlere uygun olan en iyi yasaları bulup çıkarmak için üstün bir zeka gereklidir.  Büyük bir krala binde bir rastlandığı kabul edilirse büyük yasacıya rastlanmasının ne kadar ender olacağını vurgular.  Kralın uymasın gereken yasacının belirlediği yasaya göre davranmalıdır. Yasacı makineyi icat eden mühendis gibiyse kralsa onu çalıştıran bir işçi olarak görür. Montesquieu, toplumların ilk dönemlerde cumhuriyetin başları olan kurumları kurup sonraki dönemlerde bu kurumların devletin liderlerini yetiştirdiğini söyler. Yasa yapma, ne egemen olma durumu ne de yönetim işidir. Lykurgos (MÖ 800-MÖ 730,Yunan şehir devleti Sparta’nın kanun koyucusudur.), yurdu için yasalar koymadan önce krallıktan çekilir.  Yasaları kaleme alanların yasama hakkı yoktur ve olmamalı olduğunu ifade eder.  Yasama işinin iki zorluğu olduğunu söyler: İnsan gücünü aşan bir iş olması ve bu işi gerçekleştirmek için sonra vazgeçilmesi gerekli güçtür. Buna rağmen Musa yasalarını (İbrani ,Yahudi) ve İslam yasalarının halen etkin olduklarını ve bu durumun nedenini kanun yapıcılarının üstün zekalarından kaynaklandığını söyler.



·         Halk: Bir mimar yapacağı bir binayı inşa etmeden önce nasıl toprak zeminini kontrol ediyorsa bir yasa yapıcı da yasaların halka uygun olup olmadığını araştırması gereklidir. Platon, Arkadyalılara (Mora yarımadası üzerinde şehir devleti)  ve Cyrenialılara (Kıbrısta bir bölge) yasa yapmayı bu nedenle reddetti. Platon bu iki halkın yapacağı yasaların, onların zengin oldukları ve kendisinin de eşitliği ilke edineceğinden hoş karşılanmayacağını biliyordu. Girit’te Minos bozulmuş bir halkı düzen altına almıştı.

Kral Minos


·         İyi hazırlanmış yasaları hoş karşılamayacak toplumlar yok olmaya mahkûmlardır. Tarihte bunun çokça örnekleri vardır. İnsanlar gibi milletler de gençliklerinde yumuşak başlı olurlar. Yaşlandıkça yola gelmez olduklarından töreler ve kötü inançlar yerleşince onu değiştirmek boşuna olur.

·          Bir millet barbar kaldığı sürece özgür kalabilir. Ancak, uygarlığı kaçırdı mı özgür de olamaz artık.  Çünkü der Rousseau, özgürlük elde edilebilir ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez. Rusları uygarlaşmayacak toplum olarak görür. Petro’nun üstün zekası vardır. Fakat Petro’nun taklitçi zekası olduğundan başarılı olamayacağını öngörür. Petro’nun toplumunu Ruslaştırması gerekirken onun Almanlaştırma ve İngilizleştirmeye çalıştığını ve halkını olmadıklarını olmuşlar kanısı vererek amacına ulaşmadığını söyler.

·         Küçük bir devletin büyük devlete göre daha güçlü olduğunu söyler. Bunu göstermek için büyük devletlerde yönetim kadrosunda üst mevkilere çıkıldıkça yönetici giderlerin arttığını ve bu yükün halka yüklendiğini söyler ki bu durumun küçük devletlerde olmadığını ima eder.

·         Fetih yapmanın anayasal zorunluluk olan ülkelerde bu devletlerin varlığı için sürekli genişlemek gereklidir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu da çöküş olmaktadır.

·         Politik bütün, iki türlü durumla ölçülebilir: Toprağın genişliği ve halkın nüfusu. Devleti insanlar kurar. İnsanları da toprak besler. Bu oranın ölçüsü şöyledir: Halkın geçinmesine yetecek kadar toprak, toprağın besleyeceği kadar insan bulunmalıdır. Bu duruma uyulmadığı takdirde sorunlar baş gösterecektir: Toprak yeter değilse diğer devletlerden temin etmek durumu çıkar. Bunun kaçınılmaz sonu savaş olacaktır ki ya komşu memleketi kendi yönetimine alma ya da komşunun yönetimine girme sonucu doğurur. Toprak gereğinden fazla ise iş yükü fazla olacak ve ürün fazlaysa da toprakları savunmak için yine savaşlara yol açacaktır.

·         Sonuçta hangi millet yasa yapmalıdır öyleyse. Aşırı zengin veya yoksul olmayan kendi kendine yetebilen milletler diye sonuca ulaşır.

·         Çeşitli Yasama Sistemler:  Yasa sitemlerinin amacı genel yararı gözetmektir. Bu durum da özgürlük ve eşitlik ile ilgilidir. Bundan sonra yazar önerilerde bulunur ve her milletin geçim kaynağının farklı olması gerektiğini ifade eder: Toprakları dar ve çorak olan toplumları sanayiye yönlendirirken topraklarının verimli ve geniş olanlara tarımla uğraşmalarını, uygun kıyılara sahip olanları ise gemicilik ve ticaret, kıyıların uygun olmayan toplumlara ise balıkçılığı tavsiye eder.

·         Yasaların Bölümü: Bütünü düzene koymak devlet işlerine elden geldiğince en iyi şekli vermek gereklidir. Bu durum da anayasayı gerekli kılar.


Rumeli’de Hâkimiyet Kurulması

   Rumeli’de Hâkimiyet Kurulması ü  1353’ten itibaren Rumeli’ye geçen  Osmanlılar , yaklaşık bir asır içinde bölgede hâkim güç hâline geldi....