Toplum Sözleşmesi
2. Kısım
·
Egemenlik başkasına geçirilemez: Toplumsal
bağı kuran, bütün çıkarların arasındaki ortak noktalardır. Bu ortak noktalar
olmasaydı toplumlar da var olamazdı. İşte, toplumlar da bu ortak çıkar
açısından yönetilmelidir. Egemenlik, halk oyunun yürütülmesinden başka bir şey
değildir. Bu nedenle egemenlik başkasına devredilemezdir. İktidar başkasına
geçebilir ama istem geçemez. Halk açıkça birine boyun eğeceğine söz verirse
halk, halk olmaktan çıkar. Ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye
bir şey kalmaz. Siyasi bütün de böylece yok olur.
·
Egemenliğin bölünmezliği: Egemenlik nasıl
başkasına bağlanmazsa yine benzer nedenlerle bölünemez. Güç ve istem; yasama
gücü ve yürütme gücü vergi, adalet ve savaş hakları gibi parçalara bölüyorlar.
Egemen varlığı ayrı ayrı parçalara eklenerek oluşan gerçeksiz varlık durumuna
düşürüyorlar. Grotius, Fransa kralı XIII. Louis’e sığındığından milletleri
haklarından arındırıp haklarını krallara bırakmakta sakınca görmemiştir.
Grotius’un çevirilerini yapan Barbeyrac, İngiltere kralı Georg’a sunduğundan
Grotius’un yolundan gider.
·
Genel istem Yanılır mı? Genel istem kamusal
yararlara yönelik olduğu için doğrudur. Ancak halkın kararlarının her zaman
doğru olduğu sonucunu doğurmaz. Çünkü halk çoğu kez aldatılabilir.
·
Egemen gücün sınırlar: Devlet veya site yalnız
üyelerinin birleşmesiyle kurulmuş tüzel kişi olduğuna göre her parçayı bütüne
uygun biçimde işletip kullanmak için bazen zorlu süreç ister. Her bir kişi toplum sözleşmesiyle gücünün,
mallarının ve özgürlüğünün yalnız toplulukça önemli parçasından vazgeçer. Gerçekte
önem konusunda söz sahibi yalnızca egemen varlıktır. İstemi genel yapan oyların
sayısı değil de onları birleştiren ortak çıkar veya yarardır. Herkes
başkalarına kabul ettirdiklerine kendisi de boyun eğer. Toplumsal sözleşme halk arasında öyle bir
eşitlik kurar ki herkes aynı koşullara bağlı olur. Ancak bu durum astla üst
arasındaki ilişki değil de bütünün üyelerinin her biriyle yapılan sözleşmedir.
·
Ölüm kalım hakkı: Bazı kişiler kendi
yaşamlarını kullanmaya hakları yoktur. Peki kendilerinde olmayan bu hakkı
egemene nasıl verebilirler? Her insan yaşamını korumak için yine kendi yaşamını
tehlikeye atma hakkına da sahiptir ve bu nedenle bundan sorumlu tutulmaz. Buna
örnek olarak fırtınada denize açılan kayıkçı örneğini verir. Toplumsal
sözleşmenin amacı, sözleşmeyi yapanların korunmasıdır. Burada halkın genel çıkarının korunması esas
olduğundan devlet için birini ölmesi gerekiyorsa o yurttaş ölmeyi göze
almalıdır. Bu durum canilere verilen cezalarda da görülebilir. Kötülük yapan
toplumun haklarını çiğnediğinden başkaldırmış ve düşman edilmiş olduğundan
öldürülebilir.
·
Yasa: Toplumsal sözleşmeyle bütüne varlık ve
yaşam verildikten sonra yasama aracılığıyla hareket vermek gerekir. Bu nedenle
yasalar yapılır. İnsan doğaya uygun iken her türlüm adalet Tanrıdan geldiği
kabul edilirdi. Adaletin kaynağı yalnızca tanrıdır. Ancak adaletin yüksekten
alınması kolay olsaydı ne hükümete ne de yasalara ihtiyaç duyulurdu. Hiç şüphesiz ki yalnızca akıldan çıkan
evrensel bir adalet vardır. Anca bu adaletin aramızda geçerli olması için
adaletin karşılıklı olması gerekir.
·
Yasalar genel istemin
işlemleridir. Hükümdarlar devletin de üyesi olduğundan yaslara bağlı olmak
zorundadırlar. “ İnsan hem özgür hem de
yasalara bağlı olabilir mi?” sorusunu yasalar sadece istemlerimizi saptayan
birer belgedir der. Yasalar, toplumun birleşmesinin koşullarından biridir
·
Yasacı (Kanun koyucu): Milletlere uygun olan
en iyi yasaları bulup çıkarmak için üstün bir zeka gereklidir. Büyük bir krala binde bir rastlandığı kabul
edilirse büyük yasacıya rastlanmasının ne kadar ender olacağını vurgular. Kralın uymasın gereken yasacının belirlediği
yasaya göre davranmalıdır. Yasacı makineyi icat eden mühendis gibiyse kralsa
onu çalıştıran bir işçi olarak görür. Montesquieu, toplumların ilk dönemlerde
cumhuriyetin başları olan kurumları kurup sonraki dönemlerde bu kurumların devletin
liderlerini yetiştirdiğini söyler. Yasa yapma, ne egemen olma durumu ne de
yönetim işidir. Lykurgos (MÖ 800-MÖ 730,Yunan şehir devleti Sparta’nın kanun
koyucusudur.), yurdu için yasalar koymadan önce krallıktan çekilir. Yasaları kaleme alanların yasama hakkı yoktur
ve olmamalı olduğunu ifade eder. Yasama
işinin iki zorluğu olduğunu söyler: İnsan gücünü aşan bir iş olması ve bu işi
gerçekleştirmek için sonra vazgeçilmesi gerekli güçtür. Buna rağmen Musa
yasalarını (İbrani ,Yahudi) ve İslam yasalarının halen etkin olduklarını ve bu
durumun nedenini kanun yapıcılarının üstün zekalarından kaynaklandığını söyler.
·
Halk: Bir mimar yapacağı bir binayı inşa
etmeden önce nasıl toprak zeminini kontrol ediyorsa bir yasa yapıcı da
yasaların halka uygun olup olmadığını araştırması gereklidir. Platon,
Arkadyalılara (Mora yarımadası üzerinde şehir devleti) ve Cyrenialılara (Kıbrısta bir bölge) yasa
yapmayı bu nedenle reddetti. Platon bu iki halkın yapacağı yasaların, onların
zengin oldukları ve kendisinin de eşitliği ilke edineceğinden hoş
karşılanmayacağını biliyordu. Girit’te Minos bozulmuş bir halkı düzen altına
almıştı.
·
İyi hazırlanmış yasaları hoş
karşılamayacak toplumlar yok olmaya mahkûmlardır. Tarihte bunun çokça örnekleri
vardır. İnsanlar gibi milletler de gençliklerinde yumuşak başlı olurlar.
Yaşlandıkça yola gelmez olduklarından töreler ve kötü inançlar yerleşince onu
değiştirmek boşuna olur.
·
Bir millet barbar kaldığı sürece özgür
kalabilir. Ancak, uygarlığı kaçırdı mı özgür de olamaz artık. Çünkü der Rousseau, özgürlük elde edilebilir
ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez. Rusları uygarlaşmayacak toplum olarak
görür. Petro’nun üstün zekası vardır. Fakat Petro’nun taklitçi zekası
olduğundan başarılı olamayacağını öngörür. Petro’nun toplumunu Ruslaştırması
gerekirken onun Almanlaştırma ve İngilizleştirmeye çalıştığını ve halkını
olmadıklarını olmuşlar kanısı vererek amacına ulaşmadığını söyler.
·
Küçük bir devletin büyük devlete
göre daha güçlü olduğunu söyler. Bunu göstermek için büyük devletlerde yönetim
kadrosunda üst mevkilere çıkıldıkça yönetici giderlerin arttığını ve bu yükün
halka yüklendiğini söyler ki bu durumun küçük devletlerde olmadığını ima eder.
·
Fetih yapmanın anayasal zorunluluk
olan ülkelerde bu devletlerin varlığı için sürekli genişlemek gereklidir. Bu
durumun kaçınılmaz sonucu da çöküş olmaktadır.
·
Politik bütün, iki türlü durumla
ölçülebilir: Toprağın genişliği ve halkın nüfusu. Devleti insanlar kurar.
İnsanları da toprak besler. Bu oranın ölçüsü şöyledir: Halkın geçinmesine
yetecek kadar toprak, toprağın besleyeceği kadar insan bulunmalıdır. Bu duruma
uyulmadığı takdirde sorunlar baş gösterecektir: Toprak yeter değilse diğer
devletlerden temin etmek durumu çıkar. Bunun kaçınılmaz sonu savaş olacaktır ki
ya komşu memleketi kendi yönetimine alma ya da komşunun yönetimine girme sonucu
doğurur. Toprak gereğinden fazla ise iş yükü fazla olacak ve ürün fazlaysa da
toprakları savunmak için yine savaşlara yol açacaktır.
·
Sonuçta hangi millet yasa
yapmalıdır öyleyse. Aşırı zengin veya yoksul olmayan kendi kendine yetebilen
milletler diye sonuca ulaşır.
·
Çeşitli Yasama Sistemler: Yasa sitemlerinin amacı genel yararı
gözetmektir. Bu durum da özgürlük ve eşitlik ile ilgilidir. Bundan sonra yazar
önerilerde bulunur ve her milletin geçim kaynağının farklı olması gerektiğini
ifade eder: Toprakları dar ve çorak olan toplumları sanayiye yönlendirirken
topraklarının verimli ve geniş olanlara tarımla uğraşmalarını, uygun kıyılara
sahip olanları ise gemicilik ve ticaret, kıyıların uygun olmayan toplumlara ise
balıkçılığı tavsiye eder.
·
Yasaların Bölümü: Bütünü düzene koymak devlet
işlerine elden geldiğince en iyi şekli vermek gereklidir. Bu durum da anayasayı
gerekli kılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder