23 Kasım 2021 Salı

Toplum Sözleşmesi 2

Toplum Sözleşmesi 

2. Kısım

·         Egemenlik başkasına geçirilemez: Toplumsal bağı kuran, bütün çıkarların arasındaki ortak noktalardır. Bu ortak noktalar olmasaydı toplumlar da var olamazdı. İşte, toplumlar da bu ortak çıkar açısından yönetilmelidir. Egemenlik, halk oyunun yürütülmesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle egemenlik başkasına devredilemezdir. İktidar başkasına geçebilir ama istem geçemez. Halk açıkça birine boyun eğeceğine söz verirse halk, halk olmaktan çıkar. Ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye bir şey kalmaz. Siyasi bütün de böylece yok olur.





·         Egemenliğin bölünmezliği: Egemenlik nasıl başkasına bağlanmazsa yine benzer nedenlerle bölünemez. Güç ve istem; yasama gücü ve yürütme gücü vergi, adalet ve savaş hakları gibi parçalara bölüyorlar. Egemen varlığı ayrı ayrı parçalara eklenerek oluşan gerçeksiz varlık durumuna düşürüyorlar. Grotius, Fransa kralı XIII. Louis’e sığındığından milletleri haklarından arındırıp haklarını krallara bırakmakta sakınca görmemiştir. Grotius’un çevirilerini yapan Barbeyrac, İngiltere kralı Georg’a sunduğundan Grotius’un yolundan gider.

·         Genel istem Yanılır mı? Genel istem kamusal yararlara yönelik olduğu için doğrudur. Ancak halkın kararlarının her zaman doğru olduğu sonucunu doğurmaz. Çünkü halk çoğu kez aldatılabilir.

·         Egemen gücün sınırlar: Devlet veya site yalnız üyelerinin birleşmesiyle kurulmuş tüzel kişi olduğuna göre her parçayı bütüne uygun biçimde işletip kullanmak için bazen zorlu süreç ister.  Her bir kişi toplum sözleşmesiyle gücünün, mallarının ve özgürlüğünün yalnız toplulukça önemli parçasından vazgeçer. Gerçekte önem konusunda söz sahibi yalnızca egemen varlıktır. İstemi genel yapan oyların sayısı değil de onları birleştiren ortak çıkar veya yarardır. Herkes başkalarına kabul ettirdiklerine kendisi de boyun eğer.  Toplumsal sözleşme halk arasında öyle bir eşitlik kurar ki herkes aynı koşullara bağlı olur. Ancak bu durum astla üst arasındaki ilişki değil de bütünün üyelerinin her biriyle yapılan sözleşmedir.

·         Ölüm kalım hakkı: Bazı kişiler kendi yaşamlarını kullanmaya hakları yoktur. Peki kendilerinde olmayan bu hakkı egemene nasıl verebilirler? Her insan yaşamını korumak için yine kendi yaşamını tehlikeye atma hakkına da sahiptir ve bu nedenle bundan sorumlu tutulmaz. Buna örnek olarak fırtınada denize açılan kayıkçı örneğini verir. Toplumsal sözleşmenin amacı, sözleşmeyi yapanların korunmasıdır.  Burada halkın genel çıkarının korunması esas olduğundan devlet için birini ölmesi gerekiyorsa o yurttaş ölmeyi göze almalıdır. Bu durum canilere verilen cezalarda da görülebilir. Kötülük yapan toplumun haklarını çiğnediğinden başkaldırmış ve düşman edilmiş olduğundan öldürülebilir.

·         Yasa: Toplumsal sözleşmeyle bütüne varlık ve yaşam verildikten sonra yasama aracılığıyla hareket vermek gerekir. Bu nedenle yasalar yapılır. İnsan doğaya uygun iken her türlüm adalet Tanrıdan geldiği kabul edilirdi. Adaletin kaynağı yalnızca tanrıdır. Ancak adaletin yüksekten alınması kolay olsaydı ne hükümete ne de yasalara ihtiyaç duyulurdu.  Hiç şüphesiz ki yalnızca akıldan çıkan evrensel bir adalet vardır. Anca bu adaletin aramızda geçerli olması için adaletin karşılıklı olması gerekir.

·         Yasalar genel istemin işlemleridir. Hükümdarlar devletin de üyesi olduğundan yaslara bağlı olmak zorundadırlar. “ İnsan  hem özgür hem de yasalara bağlı olabilir mi?” sorusunu yasalar sadece istemlerimizi saptayan birer belgedir der. Yasalar, toplumun birleşmesinin koşullarından biridir

·         Yasacı (Kanun koyucu): Milletlere uygun olan en iyi yasaları bulup çıkarmak için üstün bir zeka gereklidir.  Büyük bir krala binde bir rastlandığı kabul edilirse büyük yasacıya rastlanmasının ne kadar ender olacağını vurgular.  Kralın uymasın gereken yasacının belirlediği yasaya göre davranmalıdır. Yasacı makineyi icat eden mühendis gibiyse kralsa onu çalıştıran bir işçi olarak görür. Montesquieu, toplumların ilk dönemlerde cumhuriyetin başları olan kurumları kurup sonraki dönemlerde bu kurumların devletin liderlerini yetiştirdiğini söyler. Yasa yapma, ne egemen olma durumu ne de yönetim işidir. Lykurgos (MÖ 800-MÖ 730,Yunan şehir devleti Sparta’nın kanun koyucusudur.), yurdu için yasalar koymadan önce krallıktan çekilir.  Yasaları kaleme alanların yasama hakkı yoktur ve olmamalı olduğunu ifade eder.  Yasama işinin iki zorluğu olduğunu söyler: İnsan gücünü aşan bir iş olması ve bu işi gerçekleştirmek için sonra vazgeçilmesi gerekli güçtür. Buna rağmen Musa yasalarını (İbrani ,Yahudi) ve İslam yasalarının halen etkin olduklarını ve bu durumun nedenini kanun yapıcılarının üstün zekalarından kaynaklandığını söyler.



·         Halk: Bir mimar yapacağı bir binayı inşa etmeden önce nasıl toprak zeminini kontrol ediyorsa bir yasa yapıcı da yasaların halka uygun olup olmadığını araştırması gereklidir. Platon, Arkadyalılara (Mora yarımadası üzerinde şehir devleti)  ve Cyrenialılara (Kıbrısta bir bölge) yasa yapmayı bu nedenle reddetti. Platon bu iki halkın yapacağı yasaların, onların zengin oldukları ve kendisinin de eşitliği ilke edineceğinden hoş karşılanmayacağını biliyordu. Girit’te Minos bozulmuş bir halkı düzen altına almıştı.

Kral Minos


·         İyi hazırlanmış yasaları hoş karşılamayacak toplumlar yok olmaya mahkûmlardır. Tarihte bunun çokça örnekleri vardır. İnsanlar gibi milletler de gençliklerinde yumuşak başlı olurlar. Yaşlandıkça yola gelmez olduklarından töreler ve kötü inançlar yerleşince onu değiştirmek boşuna olur.

·          Bir millet barbar kaldığı sürece özgür kalabilir. Ancak, uygarlığı kaçırdı mı özgür de olamaz artık.  Çünkü der Rousseau, özgürlük elde edilebilir ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez. Rusları uygarlaşmayacak toplum olarak görür. Petro’nun üstün zekası vardır. Fakat Petro’nun taklitçi zekası olduğundan başarılı olamayacağını öngörür. Petro’nun toplumunu Ruslaştırması gerekirken onun Almanlaştırma ve İngilizleştirmeye çalıştığını ve halkını olmadıklarını olmuşlar kanısı vererek amacına ulaşmadığını söyler.

·         Küçük bir devletin büyük devlete göre daha güçlü olduğunu söyler. Bunu göstermek için büyük devletlerde yönetim kadrosunda üst mevkilere çıkıldıkça yönetici giderlerin arttığını ve bu yükün halka yüklendiğini söyler ki bu durumun küçük devletlerde olmadığını ima eder.

·         Fetih yapmanın anayasal zorunluluk olan ülkelerde bu devletlerin varlığı için sürekli genişlemek gereklidir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu da çöküş olmaktadır.

·         Politik bütün, iki türlü durumla ölçülebilir: Toprağın genişliği ve halkın nüfusu. Devleti insanlar kurar. İnsanları da toprak besler. Bu oranın ölçüsü şöyledir: Halkın geçinmesine yetecek kadar toprak, toprağın besleyeceği kadar insan bulunmalıdır. Bu duruma uyulmadığı takdirde sorunlar baş gösterecektir: Toprak yeter değilse diğer devletlerden temin etmek durumu çıkar. Bunun kaçınılmaz sonu savaş olacaktır ki ya komşu memleketi kendi yönetimine alma ya da komşunun yönetimine girme sonucu doğurur. Toprak gereğinden fazla ise iş yükü fazla olacak ve ürün fazlaysa da toprakları savunmak için yine savaşlara yol açacaktır.

·         Sonuçta hangi millet yasa yapmalıdır öyleyse. Aşırı zengin veya yoksul olmayan kendi kendine yetebilen milletler diye sonuca ulaşır.

·         Çeşitli Yasama Sistemler:  Yasa sitemlerinin amacı genel yararı gözetmektir. Bu durum da özgürlük ve eşitlik ile ilgilidir. Bundan sonra yazar önerilerde bulunur ve her milletin geçim kaynağının farklı olması gerektiğini ifade eder: Toprakları dar ve çorak olan toplumları sanayiye yönlendirirken topraklarının verimli ve geniş olanlara tarımla uğraşmalarını, uygun kıyılara sahip olanları ise gemicilik ve ticaret, kıyıların uygun olmayan toplumlara ise balıkçılığı tavsiye eder.

·         Yasaların Bölümü: Bütünü düzene koymak devlet işlerine elden geldiğince en iyi şekli vermek gereklidir. Bu durum da anayasayı gerekli kılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Rumeli’de Hâkimiyet Kurulması

   Rumeli’de Hâkimiyet Kurulması ü  1353’ten itibaren Rumeli’ye geçen  Osmanlılar , yaklaşık bir asır içinde bölgede hâkim güç hâline geldi....